Gittikçe merakları üzerine toplayan bir canlı olmaya başladı şu Tardigradlar diğer adıyla su ayıları.
Şöyle başlayalım makalemize, aklınıza ilk gelen Dünya’nın en güçlü hayvanını söyleyin desem, kiminiz ayı kiminiz goril kiminiz karınca diyecektir. Bunlar da doğru tabi ki ama ufak bir eksik var. Bu saydığımız hayvanlar kendi habitatlarında güçlüdürler, kendi bölgelerinden dışarı çıktıklarında artık birer yem sayılabilirler. Ama bizim Tardigradlarımız öyle mi? Tabi ki değiller. Hadi artık şu her koşulda yaşayabilen canlımızı yakından tanıyalım.
Bir canlıdan bahsediyorken özellikle de bu canlı Dünya’nın en güçlü canlısı olarak geçiyorken akla kocaman, devasa cüsseli, iri bir canlı geliyor olabilir. Ancak hiç de öyle değil. Tardigradlar sekiz bacaklı mikroskobik birer canlıdır. Gözle görülemiyor olmasına rağmen çok dayanıklıdırlar. Bu su ayıları sadece 300 ila 700 mikrometre boyundadır. Yani metreden 10-6 kat daha küçüktürler. Vücudu tırtıla benzeyen ama sekiz bacağı bulunan su ayılarının O harfi şeklinde ağızları var. Genelde suda ya da yosunların üzerinde yaşayan su ayılarının temel besin kaynağı ise kendilerinden de küçük olan ve rotifer olarak adlandırılan mikro organizmalardır. Bu su ayılarının yaklaşık 520 milyon ila 100 milyon yıldır yaşadığı düşünülüyor.
İnsanlar için ölümcül olan radyasyonun 1000 katına dayanıklı... Eksi 20 derecede 30 yıl dayanabiliyor. Uzay boşluğunda havasız ortamda 12 gün geçirdi. Antarktika’dan Himalaya Dağları’nın tepesine, kaplıcalardan tropik yağmur ormanlarına kadar her yerde ansızın karşınıza çıkabilir. Aslında ayılarla hiçbir akrabalığı yok, komik görüntüsünden ötürü öyle bir isim verilmiş. İlk olarak 1773’te keşfedilmiştir ve genelde nemli ortamları seviyorlar. Gözle görülmeyecek kadar küçük bu canlı, insanların hayal bile edemeyeceği zorlukları göğüslüyor. En derin okyanusların dibindeki basıncın 6 kat fazlasına bana mısın demiyor. Alkolde kaynattığınızda bile bir şey olmuyor.
Bilim insanları, 150 derece sıcaklığa ve -272 derece soğuğa dayanabilen su ayılarının uzayda dahi hayatta kalabileceğini söylüyor. Son olarak Japonya'da yeni cinsleri keşfedilen su ayıları için Almanya'nın Stuttgart Üniversitesi'nden mikrobiyolog Ralph Schill, "Dinozorların ortaya çıkışına ve yok oluşuna tanıklık etmiş bir canlı türünden bahsediyoruz" diyor. 2007 yılında Avrupa uzay araştırmaları ajansı, bir dizi mikro canlıyı alçak yörüngeye gönderip takibe almıştı. Susuz kalsalar da günlerce yaşamaya devam eden su ayıları atmosferin dışında 12 gün boyunca hayatta kalabilmişlerdi.
Su ayısının bir diğer özelliği ise radyasyona karşı dayanıklılığı. Çok sayıda canlıyı kısa süre içerisinde öldürebilecek olan yüksek dozda radyasyona dayanabilecek su ayılarının dünya üzerindeki yaşamı neredeyse tamamen sonlandırabilecek büyüklükteki kozmik felaketlerden dahi sağ çıkabileceği ifade ediliyor.
Scientific Reports bilimsel araştırmalar dergisinde yayınlanan makalede, su ayılarının gama ışını patlaması, büyük bir asteroid çarpması ve yıldız patlamalarına dayanabileceği ifade ediliyor.
Araştırmaya öncülük eden Oxford Üniversitesi'nden David Sloan, su ayılarının 5.000 ila 6.000 Gy radyasyona maruz kalıp yaşayabildiğini söylüyor ve "Bir insan 5 Gy radyasyona maruz kalıp yaşayabilirse kendisini şanslı sayar" diyor
Peki Bunu Nasıl Başarıyorlar?
En önemli özellikleri, donup kalabilmeleri. Bütün yaşamsal faaliyetler duruyor, bu kabiliyetin ismi “kriptobiyoz”. Kriptobiyoz esnasında en belirgin değişiklik, vücutlarındaki suyun yüzde 95’inden kurtulup kuruyup kalmaları. Böylece bütün zorlukları göğüslüyorlar. Koşullar tekrar uygun hale gelip suya kavuştuklarında ise suyu emip hayata geri dönüyorlar. Mesela müzede 100 yıldır duran yosuna su ekleyerek su ayılarını canlandırabilmişler. Muhtemelen su ayısının kendini korumak için nevi şahsına münhasır yöntemleri var. Bu yöntemlerin ne olduğunu bulmak da aktif bir araştırma alanı.
Bu Minik Canlılar Uzayda
2007’de Avrupa Uzay Ajansı tarafından TARDIS (Tardigrades in Space) projesiyle uzaya yollanıyorlar. Biliyorsunuz astronotlar uzay boşluğunda oksijen soluyabilmek ve güneşin zararlı kozmik ışınlarından korunmak için kostüm giyerler. Bu hayvanlar ise uzay boşluğunda 10 gün korunmasız bırakılmışlar ve dünyaya dönünce canlandırılmışlar.
Genetik Hazine
Mikroskobik su ayıları, adeta genetik bir hazine kutusu. Bu hayvanların yaşam sırlarını moleküler düzeyde çözebilirsek kendi emellerimize alet edebiliriz. Bu amaçla yakın zamanda su ayılarının bütün genlerinin dizilimi ortaya çıkarıldı. Araştırmacıların merak ettiği bir konu, insanlardan 1000 kat fazla radyasyona nasıl dayanabildikleri. Radyasyon, insan hücrelerinde DNA’nın kırılmasına ve zedelenmesine sebep olur. Su ayılarında ise tamamen kendilerine özgü, DSUP adında koruyucu bir gen var. DSUP, DNA’ya bağlanarak kırılmasını önlüyor. Araştırmacılar tabii hemen bu özellik insanlara aktarılabilir mi merak etmiş. DSUP’ı kültürlenmiş insan hücrelerine aktardıklarında, hücrelerin radyasyona direnci yüzde 40 artmış! Bilim-kurgu filmlerinden esinlenirsek, belki de ileride su ayılarının genlerini kendimize ekleyerek uzay ortamındaki radyasyona uyum sağlayabileceğiz. Veya Mars’ta susuzluğa radyasyona dayanıklı bitkiler yetiştireceğiz.
İşin en ilginç kısmı, bu hayvanların beyni var ve tüm bu badireleri beyin hasarsız atlatabiliyor. 30 yıl donuk kalıp uyandırıldıktan sonra hala üreme sistemleri çalışıyor, yavrular sağlıklı. Peki kriptobiyoz halindeyken onları koruyan nedir? Susuz koşullarda yaşayabilen diğer hayvanlar, trehaloz adı verilen bir şeker üretir. Bu şeker suyun yerini alır ve kuruyunca cama benzer yüzeyler oluşturur.
Bu da hayvanı korur. Neredeyse 1000 tane su ayısı cinsi var ve bazıları trehaloz üretmiyor. Demek ki henüz bilinmeyen bir yöntem kullanıyorlar ve biz bunu keşfetmeliyiz. Mart 2017’de yayınlanan bir araştırmanın sonucuna göre, yine kendilerine has başka genler kullanıyorlar. Bu gen sınıfına TDP adı verildi. Su ayıları TDP üreterek camsı bir yüzey oluşturuyorlar ve kendilerini koruyorlar. Bu bilgi pek çok açıdan işimize yarayabilir. Mesela aşılar veya ilaçlar bozulmasın diye soğukta saklanır, bu da kargo maliyetini çok yükseltir. Başarabilirsek, belki bu protein sayesinde aşıları, ilaçları soğukta tutmamıza gerek kalmayacak. Oda sıcaklığında bozulmayacaklar. Böylece maliyet düşecek, erişebilirlik artacak.
Kısacası su ayılarının göğüsleyebildiği her ekstrem koşuldan kendimize bir ders çıkartabiliriz. Bu hayvanların gizemi yeni yeni çözülmeye başladı, kim bilir bize daha neler öğretecekler. Şu zamana kadarki araştırmalar daha ziyade su ayılarının donarken kendini nasıl koruduğunu anlamaya yönelik oldu. Sıradaki hedef, su ayılarının yıllarca donuk kaldıktan sonra nasıl suyu emip dirildiklerini moleküler düzeyde anlayabilmek. Bu bilgilerle kendi işimize yarayacak teknikler geliştirirken tek sınırlama hayal gücümüzün genişliği!
DNA'larının Bir Bölümünü ''YATAY GEN TRANSFERİ'' Sürecinde Bakterilerden Alıyor
Su ayıları hakkında 2015 yılında yapılan bir araştırma da hayvanların DNA'ların bir bölümünü, yatay gen transferi adı verilen bir süreçle bakterilerden aldığını göstermişti.
Dünya üzerinde 800'den fazla nitelikleri tanımlanan su ayısı türü bulunuyor, binlercesinin ise henüz adlandırılmadığı ifade ediliyor.
Bu canlının türüne birkaç örnek verecek olursak şunları sayabiliriz;
Eutardigrade
Heterotardigrada
Mesotardigrada