AYYYYYYY (!) FARE
“Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi “tarla faresi”ne ilişkin birşeyler yazacağım; ama öylesine bilgi yüklendim ki zorunlu olarak; bilmeyenler birşeyler öğrensinler , bilenler de bilgi tazelesinler istedim. Kolay mı öyle ilk cinsel birleşmesini yaptığı dişiyle ömürboyu yanyana yaşayan ve yaşamına başka dişi sokmayan delikanlı aile babası . Var mı öyle çevre koşullarının elvermediği, yiyeceğin yetersiz olacağının sezinlendiği yıllarda kendi kendine doğum kontrolü uygulayan ve o yıl üremeye ara veren mert yakışıklı ? Yeryüzünde kalmadı derseniz, yeraltından adres gösterebilirim size: Tarla Faresi...”
Çok önce yazıp yayımladığım bu yazım bayağı ilgi çekmişti. Hatta genç bir meslektaşım; bu yazının bir ders malzemesi olarak sınıfta kullanılabilmesi için lisansüstü derse giren hocasının izin istediğini yazdı ve izin vermemi rica etti benden. Seve seve isteği yerine getirdim doğal olarak. Bilimsel bir hava içeren yazının herkesin anlayacağı bir dille aktarılmasına örnek olabilirmiş.
İki ayrı süreli yayında yayımlanan o yazı, “bilgeyik” ölçülerine göre belki uzun olabilir, daha önemlisi yayımlanmış bir yazıyı yinelemek zaten etik olmayacağı gibi bu sayfaların kurallarına da uymaz. Şöyle bir yol düşündüm kendimce; “Aşkın Simgesi= Tarla Faresi” başlıklı bu yazımdan birkaç ara başlık vereyim okuyuculara, ilgilenenler olursa benden (yalcinanil@gmail.com) yazının tamamını istesinler, hemen göndereyim e-mail olarak.
Sayfa yöneticileri de kabullenirse şöyle sürdürebilirim özetlememi:
Bahar aylarıydı, çimlerin üzerindeki karlar eridikçe önce bir-iki delik belirdi bahçede. Günler geçtikçe o bir-iki, 10-15 oldu. Sonra yüz bilmem kaç delik. Kimi 3-4 cm çaplı kimi daha geniş ya da dar, toprağın derinlerine inen gözenekler. Birbirinden bazen metrelerce bazen de 30-40 cm uzaklıkta olan, güzelim çimleri göz göz oyan delikler. Ankara’nın Gölbaşı İlçesi’ne bağlı Esenbel’de oluyor bunlar. Derdime bir çare bulmak için, doğruca Yenimahalle Tarım İlçe örgütünde aldım soluğu. Konu komşunun söylediğine göre bu yaratıklar tarla faresiydi ve bunun tek ilâcı zehirli buğdaydı. Benim tahminime göre 1 kg., bizim ev halkına göre de en az 2-3 kg. buğday ancak yeterdi zehirleme işlemi için. Çok yakın ilgi gösterdi bu işle ilgili uzman. Önce tarlamın büyüklüğünü sordu. Ne kadardı tarla, 40-50 dönüm var mıydı? Beni meslekten çiftçi sandı galiba.
Bir dönümden küçük çimle kaplı bir yer olduğunu öğrenince; ben size zehirli buğday KULLANMAMAYI önereceğim, dedi. Ne kadar dikkat edersek edelim, yine de çevreye bir zararı olurmuş zehirli buğdayın. Bizler dikkatli olsak bile ölmüş zehirli fareyi yiyen kedi, köpek, kuş zarar görürmüş bundan. Benim almayı düşündüğüm 1 kg.’la en az 5 dönüm yer ilâçlanabilirmiş. Çünkü bir deliğe 5 adet ilâçlı buğdaydan fazlası konulmamalıymış.
Açıklaması gayet basit, şöyle oluyor: Hayvan bir kez çok zeki, öyle kolay kolay faka basmıyor. İlacı elle bırakmışsan, yani teninin kokusu biraz sinmişse, ağzını bile sürmüyor. Bir kaşıkla 5 adet buğday tanesi bırakmışsan eğer, zevkle yiyor ve geri çıkarmıyor da, daha fazla bırakmışsan, açgözlülük edip yiyince zehir nedeniyle hepsini kusuyor. Oysa ilacın, hayvanın vücudunda en az 20 dakika kalması gerekli etkili olması için. Kusunca kendisine yapılan komployu çakıyor hayvan ve vücut acayip bir bağışıklık düzeni kuruyor ilâca karşı. İlâcı ne kadar bol kullanırsan alacağın sonuç o denli olumsuz oluyor. Sonra da benim yurdum insanım sızlanıp duruyor, dünyanın zehirini kullandım fayda etmedi diye.
Kara kaplı kitapların yazdığına göre; herbir tarla faresinin günde 25 gram yeşil, 15 gram da kuru besine gereksinimi oluyor. Kışın yeşil yem işini, çim alanların altına yuvalarını yaparak gideriyorlar. Alttan çim köklerini kemirdikleri gibi üstten de kar altındaki çimlerle beslenebiliyorlar. Memeliler sınıfının kemiriciler takımında yer alan, faregiller familyası halkından olan ve latince kod adı Microtus arvalis olarak anılan tarla faresinin başı dahil vücudu 11 cm. kadar. 3-3,5 cm.’lik kısa bir kuyruğu var. Üstü sarımtrak gri, altı beyazımtrak gri, ayakları beyazımsı. Kulağının iç tarafı çıplak. Bu kitabî bilgileri su basıncından kaçarken yaralanan bir farede ben de gördüm. Hepsi doğru bunların; ama eksik bir bilgiyi de ben tamamlayayım. Öyle ürkek, öyle tatlı, öyle güzel bir bakışı var ki tarla faresinin hiçbir bilimsel yazıda rastlamadım bu bakışın güzelliğine. Kimbilir belki de ömrünün büyük bir aşk içinde geçmesinden kaynaklanıyor bu tatlı bakış. Size belki bir yakıştırma gelecek, inanmayacaksınız; ama eşlerine bağlılıkta, ilk ve tek aşkını ömürboyu –severek isteyerek - sürdürmekte erkek tarla fareleriyle yarışacak bir dünya insanı henüz yok. Gelin bu konuyu ABD Emory Üniversitesi’nden Dr. Thomas Insel’den öğrenelim:
Memelilerin ancak %3’ünde eşlerine sadakat varmış. Tarla fareleri de bunların içindeymiş. İlk cinsel birleşiminde beyinlerindeki, aşağıda adı yazılı 2 hormonda artış olurmuş tarla farelerinin. Dr.Insel, oxcytocin ve vasopressin adlı bu hormonları tarla farelerinden alıp laboratuvarda deli dana gibi sağa sola saldıran çapkın farelere vermiş. Sonuç tam bir kılıbıklık durumu. Eşine ileri boyutta bağlı , onun yanından ayrılmayan ve ömürboyu da ayrılmayacak olan bir ev erkeği olmuş bizim çapkın laboratuvar fareleri.
Şu bizim tarla farelerinin çok düşmanı var; onlardan biri de tilki işte. Hani o kurnazlığına nasıl olduysa hepimizin inandığı tilki. O da malı toptan götürenlerin başında geliyor. Yakalanan bir tilkinin midesinden bir akşamın nevalesi olarak tam 60 tane fare saymış biliminsanları. Zehirli buğday kullanıldığında tilkilerin sayısında da azalma oluyor böylece.
Gelelim yine mahzun bakışlı tarla farelerimize. Araştırma kaynakları tarla farelerinin yılda 5-6 kez doğum yapabildiğini yavruların da 2 ayda cinsel olgunluğa erişebildiklerini, hatta ilkbaharda yavrulayan bir dişinin yıl sonunda torununun yavrusunu kucağına alabildiğini söylüyor. Beslenme sorunu olmayan yıllarda bu miktarın 32 000 adede varabileceğini söyleyen kaynaklar var. Öyle ya da böyle 500’den aşağı hiç düşmüyormuş bu miktar. Koşullar elverişli değilse, beslenme zor olacaksa, enflasyon üç haneli rakamlara ulaşmışsa doğum kontrolü yapıyor kendi kendine ve çoğalmıyor hayvan.
Baştan da dediğim gibi ben uzmanın sözünü dinledim. Zehirli buğday yerine yuvaları su ile doldurarak farelerin dağılıp kaçmalarını yeğledim. Üç kez su saldım deliklere sonra da delikleri taşla sıkıca kapadım. Daha doğrusu deliklerin çapından daha geniş olan taşları çaktım deliklere. Toprak düzeyinden de 6-7 cm. aşağıya kadar iteledim. Üzerlerini toprakla doldurdum. Oraları çim tohumuyla yamadım. Delikleri sürekli kontrol ediyorum, her hangi bir yeni kazılma var mı diye. Taşla kapattım delikleri; ama, inanılır kaynaklar mermeri bile delebildiğini söylüyor bu mahzun bakışlının.
Yazının tamamını okumak isterseniz, yukarıda verdiğim e-mail adresime yazın, hemen göndereyim size…