İstanbul Haseki'de 1898 yılında doğmuştur. Daha çok küçükken dahi ilme meraklı olan Süheyl, etrafındaki bilgileri adeta içine çekerken okula üçüncü sınıftan başlar. Doğduğu İstanbul'dan ve ailesinden epeyce etkilenmiştir. Bu ileride eserlerine de yansıyacaktır. Babası Muhaberat-ı umumiye (PTT) müdürü Mustafa Bey, annesi ünlü hattatlardan Mehmed Şevki Efendi'nin kızı Safiye Hanım'dır. Sırasıyla ilkokuldan sonra Mercan İdadisi, Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye(1915-1920), Darülfunun Tıp Fakültesi(1921-1923), Medresetü'l Hattatin'e(1916-1923) devam eder ve başarıyla tamamlar. Fransa'ya gidip dahiliye ihtisası yapar(1927), doçent olur(1930), profesör olur(1939), ordinaryüslüğe yükseltilir(1954)... Gayet başarılı bu hayatında bizlere, milletimize, tarihe neler katmıştır bu adam? Gelin hep beraber bakalım.
Öğrenim gördüğü yıllara baktığımızda ülkemizin bulunduğu şartları bir gözden geçirmek lazım. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemi, ülkemizi bölmek isteyenlerin hain oyunları arasında büyüyen bir fidandı Süheyl Ünver. Doğudaki çöküş her ne kadar İstanbul'da az hissedilmiş görünse de ülkenin bekası sallantıdaydı. 1914'te başlayan 1. Dünya Savaşı kaç gencin hayatını söndürmüştü. Süheyl Ünver okuyordu, gelecekte kararacak geçmişimize ışık tutmak için ilerliyordu. 1918 de sona eren savaşta Çanakkale, Kut'ül Ammare zaferlerinden bize kalan, şehit olan 250 binden fazla tahsilli gençti. 1923'te Cumhuriyetin ilanı ve sonrasında 1928'de Harf İnkılabı. Osmanlıya saydıran birkaç kitabı saymaz isek etrafta eser bulunmamakta. Sen o kadar tahsilden sonra gel bir de hece fişleriyle uğraş, olacak iş değil. Geçmişten kopacak bir nesil için adımlar atılmıştı. Süheyl Ünver, bunun önüne geçmek için işe koyulmuştu bile. 1930'da başladığı akademisyenlik hayatında 1933'te Tıp Tarihi Enstitüsü'nü kurar ve arşivleri doldurup taşırır. Zaten tarihe olan ilgisi, akıl almaz çalışkanlığı ve azmi ile 90 yaşına kadar boyunu aşan binlerce kitap yazması şaşılacak iş değildi doğrusu.
Aynı zamanda ressam olan Süheyl Ünver, resime olan yeteneğini öyle güzel bir şekilde kullanırdı ki, şimdi bizimle beraber bulunmayan bir çok eserin ruhudur. Osmanlı'nın eski topraklarını karış karış gezer, suluboya takımını asla yanından ayırmaz. Bizden ayrılan bulduğu tüm eserleri; kitapları, mektepleri, camileri hatta mezar taşlarını dahi o zengin kültürden adeta toprağıyla birlikte alarak okur, yazar, resimlerini çizer. Gittiği tüm yörelerin kültürlerini yerinde öğrenir yazıya geçirir. Gittiği bu beldeler üzerine 250 den fazla defter yazar. Sadece Osmanlı ile kısıtlı kalmaz tüm dünyanın bilgisine susamıştır. Roma, New York, Viyana, Medine kütüphaneleri hakkında 83 defter yazıp çizer. Ah o İstanbul yok mu. Onun hayatında yeri apayrıdır. Orda doğup büyümesi de elbette etkilemiştir onu. O bir İstanbul aşığıdır. Sadece İstanbul'u karış karış gezerek çeşmesinden hamamına, türbesinden mezar taşına kadar birçok eseri inceler ve 86 deftere zor sığdırır. Yazar yazar da bizim tahrip ettiğimiz İstanbul'a, ilerleyen yaşlarında şöyle der: “Bugünkü ihmallerimizle İstanbul’un en ruhnüvaz hatıralarını yok ettik ve şehrimizi acaib hallere koyduk. İstanbul, en son bundan yarım asır önce gıbta olunacak bir huzur, sükûn ve şiir şehri idi.” Ona göre İstanbul'un imarından çok İstanbullu'nun imarı gereklidir.
Annesinden gelen bir ilgiden midir bilinmez, ressamlığın yanı sıra usta bir hattattır. Sadece hat sanatı üzerine (aletleri, yazı malzemeleri, mürekkepleri...) 47 defter yazar. Şimdi bu sanat ancak eski camilerin onarımında, bazı meraklı kimselerin evlerine asmak için yaptırdıkları levhalarda, bir de mezar taşı yazılarında kullanılmakta olsa da Süheyl Ünver'in literatürümüze katkısı paha biçilemezdir.
Yüzlerce değişik mevzuda kalem oynatır Süheyl Ünver. Tarihte gerçekleşmiş vakalar, çay kahve ve nargilenin tarihi, evcil hayvanlar, doğum düğün sünnet adetleri, ünlü tabiplerimiz (İbn-i Sina, Biruni, Lokman Hekim...), ebelik hemşirelik tarihi, yemek tarifleri, ebru sanatı... Saymakla bitmez konularda binlerce defter ve kitap. Bir gün Süheyl hocaya şu soru sorulur: “Neden sayısı 1200’lere varan elyazması bu defterleri hazırladınız?” O da şu şekilde cevap vermişti: “Şayet Selçuklulardan günümüze 10 tane el yapması defter ulaşmış olsaydı biz bugün Batı’ya karşı daha kuvvetli olurduk. Onlar yapmamış, ben bunları yapmayı, ülkeme vakfetmeye gayret ettim ve bu topraklarda geleceğimize mütevazi bir katkıda bulunmak istedim. Benim düşüncem budur.”
Bunun yanında saygıdeğer bir şairdir kendisi. Dert dinlemesi kadar ustadır bu işte. Korkusuzca kullanır kelimeleri. İlim adamlığının yanında sanatkar kişiliğinin hakkını verir. Süheyl Ünver kanâatkârlığı bizzat yaşar, bu şiirlerinde de sözlerinde de hissedilirdi. Şöyle söylerdi: ''Bilir misiniz? En sabırlı mahlûk örümcektir. Ağını kurar ve kısmetini bekler. En sabırsız ve açgözlü mahlûk da sinektir. Herşeye saldırır, her yere konar. Ne iştir ki; bu en açgözlü ve sabırsız mahlûk, an gelir en sabırlı mahlûka yem olur! Siz tâlip olmayınız, matlup olmaya bakınız.'' (İsteyen değil, istenen kişi olunuz.) Süheyl Ünver boş lakırdıdan hoşlanmaz, anlamsız söz söylemekten itina ile çekinirdi. Toplantılarda ihtirasların insanı yıprattığını, şöhretin bir afet olduğunu ve dünyanın kendine meyledenden kaçtığını özellikle yinelerdi. ''Ebedî olan ruh güzelliğidir. Bu dünyada hiçbir güzele aşık olmadan bütün güzellere aşık oldum ve her güzellikte sevdiğimden bir parça buldum.''
Süheyl Ünver'in gençlere burada bir nasihatini aktarmak önemlidir: ''Herkesin bir mesleği, bir de meşgalesi olmalıdır. O meşgale elbette medeniyetimizdir, kayıp hazinelerimizi keşfetmeliyiz. Ben size bir öğretiyorum, siz diğerlerine bin öğreteceksiniz. Arşivleri, mezar taşlarını, kütüphaneleri tarayacak, sonraki nesillere ileteceksiniz.''
KAYNAKÇA
1- https://islamansiklopedisi.org.tr/unver-ahmet-suheyl
2- https://www.ttk.gov.tr/tarihveegitim/osmanli-imparatorlugunun-son-donemi-ve-turkiyeyi-bolme-cabalari-1908-1918/
3- Hikaye Tadında Biyografiler, Ahmet Sıtkı Arvas, 1.Baskı 2014, 159-165
4- https://hattatlik.nedir.org/
5- http://www.habitat.org.tr/portreler/861-suheyl-unver.html