Loading

Türk Mukavemet Teşkilatı

Türk Mukavemet Teşkilatı'nın Kuruluşu

Türk Mukavemet Teşkilatı Askeri Birimler

Yazıya Lefkoşa şehrindeki Ayasofya Camii'nin kıble istikametinde bulunan Türk Mukavemet Teşkilatı Anıtı'nın üzerinde yazanlarla başlayalım…

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasında ve Ada’da yaşayan Türk halkını Rumların zulmünden koruyan en önemli örgütün Türk Mukavemet Teşkilatı olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu teşkilatın kurularak 1974 senesinde Türkiye Cumhuriyeti tarafından gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtına kadar olan süreçte yürüttüğü gizli örgütlenme Ada’nın tarihi içerisinde en önemli yeri tutmaktadır. Ayrıca Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Türk ordusunun hem hava indirme birlikleri hem de denizden çıkartma yapan birlikleri ile organize şekilde hareket etmeleri bu harekatın başarıya ulaşmasında önemli etkenlerden birisi olduğu söylenebilir. Daha önce hazırladığım şu yazıda (bkz. Kıbrıs Barış Harekâtına Giden Yol) Ada’nın İngiliz hakimiyetine girerek Ada’da yaşayan Rumların Enosis’i (Ada’nın Yunanistan’a ilhakı) gerçekleştirme yönünde attığı adımlara, bu adımlar karşısında Ada’da yaşayan Türklerin yaşadıklarına, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ada politikasında zamanla yaşadığı değişimler ve bunun sonucu olarak Kıbrıs Barış Harekatı’nın sonuna kadar olan bölüme değinmiştim. Bahse konu bu yazı içerisinde Kıbrıs Barış Harekatı’na çok fazla değinmemiştim. Çünkü harekâtı tüm detayları ve sonuçları ile sevgili dostum @anglachelm'in kaleme aldığı güzel bir yazı ile sizlere anlatmıştı. (bkz. Kıbrıs Barış Harekatı/@anglachelm) Dolayısıyla bu güzel yazı üzerine başka bir yazı hazırlamaya gerek olmadığı aşikardır.

Ancak daha önce hazırladığım yazı içerisinde harekâtı anlatmasak dahi Yunanistan tarafından desteklenen ve Rumlar tarafından kurulan EOKA terör örgütlerine karşı Ada’da yaşayan Türk halkının başlattığı direniş ile gizli örgütlenmeye çok kısa değindiğim dikkatimi çekti ve aklımda bazı sorular oluşmaya başladı. Bu bağlamda; Türk Mukavemet Teşkilatı kurulmadan önce Ada halkının nasıl bir örgütlenme yaşandığı? Türk Mukavemet Teşkilatı’nın nasıl kurulduğu? Bu teşkilatın nasıl bir yapılanmada olduğu? Ve en önemlisi teşkilatın Ada’da yaşayan Türk halkını nasıl koruduğu? gibi sorular aklımı kurcalıyordu. Dolayısıyla bu teşkilat ile ilgili bir araştırma ihtiyacı hissettim. Yaptığım araştırma neticesinde; yukarıda zikrettiğim sorulara kısmen olsa dahi cevap bulmakla birlikte bu teşkilat içerisinde çalışmış kişilerin kendi ağızlarından anlattıkları üzerinden Türk Mukavemet Teşkilatı ile ilgili bazı yanıtlara da ulaşmış oldum. Dolayısıyla bu yazıda teşkilat için dışarıdan destek olmuş veya teşkilat içerisinde çalışmış kişilerin verdiği mülakatlar üzerinden hem Ada’nın İngiliz sömürgesinden ayrılarak 1964 yılına kadar olan sürece hem de Türk azınlığın Rum saldırılarına karşı yürüttüğü gizli örgütlenme, direniş ve bu örgütlenmenin Türkiye ile ilişkilerini siz değerli okuyuculara ‘’derleme makale’’ şeklinde aktarmaya çalışacağım.

Yazının ana konusu olan Türk Mukavemet Teşkilatı ile ilgili bölüme geçmeden önce Ada’nın geçmişini kısaca ele alıp olayların asıl başlangıcına değinmek istiyorum. Böylece önceki yazıları okumamış olanlar için bir arka plan oluşturarak bu teşkilatın neden kurulduğunu daha iyi anlamalarını sağlamayı planlamaktayım.

Ondokuzuncu yüzyıl başlarından günümüze kadar Kıbrıs’ta yaşanan huzursuzlukların geçmişi, Yunanların Büyük Bizans’ı (Megali İdea) yeniden kurma hayaliyle Osmanlı Devleti’ne isyan ettikleri tarihe kadar uzanır. Fransız İhtilali sonrası gelişen milliyetçilik akımı ile Yunanlılar da milliyetçilik akımı çerçevesinde Osmanlı egemenliğinden kurtulmak için faaliyetlere başlamışlar ve bu kapsamda bazı dernekler kurmuşlardı. Bu derneklerden ilk kurulanlarından birisi olan ve en bilineni Türkçe anlamı “Dost Şirket” olanFiliki Eterya Cemiyetidir. Dernek ikisi Rum birisi Bulgar üç tüccar tarafından 1814 yılında günümüz Ukrayna sınırları içerisinde bulunan Odessa şehrinde kurulmuştur. Derneğin bilinen amacı Osmanlı Devleti’nin bünyesinde ikamet eden Hristiyan halkın eğitim ve öğretimini geliştirmek olarak biliniyordu. Ancak derneğin kurulmasındaki asıl amaç başkenti İstanbul olan yeni bir Bizans İmparatorluğu’nu kurmak için faaliyetler yürütmekti. Bu amaca ise ileride tüm Yunanlıların diline pelesenk olacak ve bundan dolayı dünyanın duyacağı “Megali İdea” ismi verilecekti. Derneği her ne kadar 3 kişi yönetiyormuş gibi gözükse de bu cemiyeti gerçekte yöneten kişi Fenerli Konstantin İpsilanti’nin oğlu ve Rus Çarı’nın yaverliğini yapan Aleksandr İpsilanti idi. 1832 yılında Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını kazanan Yunanistan’ın bir sonraki hedefi ise Megali İdea amacını gerçekleştirmek için faaliyetler yürütmekti.  1877-1878 yıllarında yaşanan Osmanlı-Rus savaşının sonunda kaybeden Osmanlı Devleti olmuş ve Rusların Akdeniz’e inmesini istemeyen ve Kıbrıs’ın stratejik öneminin farkında olan İngiltere, Osmanlı Devleti’ne yardım teklif etmişti. Fakat bu yardımın karşılığında Kıbrıs’ın kiralanarak yönetimini devralma şartını getirilmişti. Osmanlı Devleti bu teklifi kabul ederek, 4 Haziran 1878 tarihinde imzaladığı Kıbrıs Antlaşması ile Ada’nın yönetimini İngilizlere devretmiştir. Ancak ilerleyen dönemde İngiltere bu anlaşmaya uymamış ve Osmanlı Devletinden kiraladığı Kıbrıs’ı ilhak ederek sömürgeleri arasına katarak kolonisi haline getirmiştir. 12 Temmuz 1878’de Kıbrıs’ın son Türk valisi olan Besim Paşa makamını İngiliz Amiral Lord John Hay’e devretmiştir. Bu devir teslim sonucu Kıbrıs’ta 307 yıl boyunca dalgalanan Türk bayrağı indirilip yerine İngiliz bayrağı çekilmiştir. Ada’nın İngiliz yönetimine geçişiyle Rumlar Enosis isteklerinin gerçekleşme aşamasına girdiğini düşünüyorlardı. Bu gelişmelerin ardından başlayan Balkan Savaşları neticesinde Yunanistan ve müttefikleri Osmanlı Devleti’ne karşı zafer kazanarak topraklarını genişletmiştir. Balkan Savaşlarına, Yunanistan özelinde bakacak olursak topraklarını Batı Trakya’ya kadar genişlettiği gibi Ege Adaları’nın büyük çoğunluğuna da sahip olmuştur. (Konuyla ilgili daha fazla detay için bkz. Balkan Savaşında Osmanlı Donanması Bölüm-2:Adalar Harekatı) Bu genişleme ile Yunanlılar Megali İdea’yı kurma yolunda önemli adımlar attıklarını görecek ve gözlerini İstanbul ve Anadolu topraklarına dikeceklerdi.

Kıbrıs Adasında ise Yunanlıların ilerleyişinden farklı bir durum söz konusuydu. Öncelikle Ada İngiliz kolonisi olmuş ve İngiliz hükümeti tarafından atanan Yüksek Komiser ve Vali tarafından yönetiliyordu. Adadaki İngiliz yönetiminin uyguladığı politikalar ise Adaya huzur getirmediği gibi Rumların da isyanına sebebiyet vermişti. İngilizler ise bu isyanları Ada’da Rum ile Türkleri ayırt etmeksizin sert önlemler ve cezalarla bastırıyordu. Bu sert önlemler sonucunda ise iki toplumda da milliyetçilik düşüncesinin radikalleşme yoluna girmesine neden olacaktı. Bu radikalleşme neticesinde, ise Rumlar gizli olarak silahlanmaya başlayacaktı. 1931 yılına gelindiğinde Rumların yeniden isyan çıkartması neticesinde, İngiliz yönetimi yine sert ve baskıcı önlemler almaya başlayınca çatışmalar çıkmaya başlamış ve Ada’da şiddet artmıştı. 1939 yılında başlayan 2. Dünya Savaşı sırasında Ada’da ciddi bir isyan veya eylem olmasa da 2. Dünya Savaşı’nın bitimine doğru gerçekleştirilen Yalta Konferansında, Yunanistan’da İngilizler tarafından desteklenen Kral taraftarı militanlarla savaşan Kominist Partizanlara Sovyetler Birliği’nin destek vermeyeceği sözü alındıktan sonra Yunanistan’da, İngiltere’nin desteklediği militanlar iç savaşı kazanarak iktidara gelmiş ve savaş bu ittifakın lehinde sona ermişti. Bu gelişmelerden sonra Yunanistan, İngiltere ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış ve ilerleyen dönemde Yunanlılar, İngiltere’ye Ada’nın ilhakı için yeniden başvurmuşlardır. Yunanistan bu başvuruyu yaparken 2. Dünya Savaşı sonunda İtalya’nın kendilerine Oniki Adaları 1947 yılında bırakmasını gerekçe göstermiş ve Kıbrıs Adasının da aynı gerekçelerle kendilerine verilmesi ile ilgili bir anlaşma önermiştir. Kısaca Yunanlıların bu istekleri Ada’nın ilhakı konusunda hedefe yaklaşıldığına inanmalarından ileri geliyordu. Buna karşın Vali Lord Winsten, Kıbrıs’ın Özerk bir yönetime sahip olmasını önermiş ve bu önerinin görüşülmesi için Türk ile Rum temsilcilerini çağırmıştır. Rum temsilcileri bu görüşmede Enosis dışında başka çözüm istemediklerini belirtmişlerdir. Türkler ise 28 Kasım 1948 tarihinde Lefkoşa’da yaptıkları büyük mitingi gündeme getirerek Türk halkının Rumların talep ettiği Yunanistan’a ilhak ve olası bir muhtariyetin Ada’da yaşayan Türklerin güvenliğini yok edeceğini ve bu durumunda Ada’nın asayişini bozacağına dair inançlarını belirterek toplantıdan ayrılmışlardır. 

İkinci Dünya Savaşı sırasında Kıbrıs Türkleri arasında siyasi örgütlenmeler devam etmekteydi. Bu örgütlenmeler arasında 1942 yılındaDr. Fazıl Küçüktarafından İngiliz sömürge yönetimine ve Rumlara karşı yeni bir hareket olarak ‘Halkın Sesi’ gazetesi yayımlanmaya başlamıştı. Aynı yıl KATAK (Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu) oluşturulmuş ve diğer örgütler bu örgüt çatısı altında birleştirilerek bir bütünlük sağlanmıştı. Ancak ilerleyen dönemde örgüt yönetiminde yaşanan anlaşmazlıklar KATAK’ın sonunu hazırlamıştır. Bu anlaşmazlıklar neticesinde KATAK’dan ayrılan Necati Özkan ‘’İstiklal Partisi’’ni kurarken 1944’te Dr. Fazıl Küçük ‘’Milli Birlik Partisini’’ kurmuştur. Bu parti’nin adı ilerleyen dönemde Kıbrıs Türk’tür Partisi olarak değiştirilmiştir. Oluşturulan siyasi örgütlenmeler yanında aynı dönemde işçi örgütlenmeleri de ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu işçi örgütlenmeleri işçi hakları üzerine çeşitli faaliyet ve eylemlerde bulunmuştur. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yayın hayatına başlayan Türk Sözü gazetesi bu eylemlerden birisini şu şekilde okuyucularına aktarmıştır:

Kıbrıs Maden Şirketi’nde bir grev başlamıştır. Bu grev Rum işçilerle ortaklaşa yapılmıştır. Türk işçi liderleri, işçilerin haklarını korumak için canla başla çalışmışlardır. Fakat Türk basınının en büyük endişesi bu grevi fırsat bilen bazı kişilerin Türk işçileri arasında komünizmi yayma girişimi başlatacakları endişesidir.’’

Aynı dönemde Rumların Enosis hedefli faaliyetleri, Kıbrıslı Türklerin birlik olmasının gerekliliğini göstermiştir. Bu amaçla Türklere ait kurum ve kuruluşların bir araya gelerek bir üst kurum kurmaları gerekli görülmüş ve Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu (KTKF) adı altında çatı bir örgüt 8 Eylül 1949 tarihinde kurulmuştur. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu çok geniş bir yelpazede toplumun sesi haline gelerek toplumun her tabakasından destek görmüştür. Federasyonun ilk başkanı Faiz Kaymak, 1949–1957 yılları arasında bu görevi sürdürmüştür. 27 Ekim 1957 tarihinde ise görevini, Avukat Rauf Raif Denktaş’a bırakmıştır. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nun resmi amacı, Kıbrıs Türklerinin siyaset dışındaki problem ve ihtiyaçlarını temin yolunda başta Kıbrıs Adası Türk Azınlıkları Kurumu (KATAK) ve Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi (KMTHP) olmak üzere bütün Türk kurumlarının işbirliği içinde çalışmasını sağlamaktı.

1950 yılında Kıbrıs’ta Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) ve Kilise işbirliği sonucu Rum kiliselerinde bir plesibit düzenlenmiş ve katılanların %96’sının Enosis’i istediği Dünya’ya duyurulmuştur. Oysa plebisit olarak gösterilen bu oylamaya katılanların içinde Kıbrıs Türkleri bulunmamaktaydı. Gelişmeler karşısında Türkiye Cumhuriyeti’nin tavrı, olayların dışında yer almak şeklinde olmuştur. Bunu da dönemin Türk Dışişleri Bakanları çeşitli vesilelerle dile getirmişlerdir. Nitekim Cumhuriyet Halk Partisi hükûmetinin Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak 23 Ocak 1950’de TBMM’de “Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur.” beyanatını yaparken, aynı yıl yapılan seçimleri kazanarak hükûmete gelen Demokrat Parti’nin ilk Dışişleri Bakanı olan Fuat Köprülü de TBMM’de aşağı yukarı aynı sözleri söylemiştir. Türkiye’nin takınmış olduğu pasif tutum, Enosis isteyen Yunanlıların ve Kıbrıs Rumlarının daha aktif şekilde faaliyetler yürütme yoluna itmiştir. 4 Temmuz 1952’de Atina Radyosu’nda yayınlanan bir programda Ada’nın içinde bulunduğu durum ve Yunanistan’ın tutumu net biçimde anlatılmaktadır:

Atina Başpiskoposu Spiridon ve beraberindekiler Venizelos’u ziyaret etmiş, Kıbrıs Adası’nın anavatana ilhakına engel olan idarenin ne kadar devam edeceğini sormuş ve nüfusun %90’ının Yunanistan’a ilhakı şiddetle arzu etmekte olduğunu belirterek konunun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne götürülmesini istemiştir. Cevap olarak da Venizelos, Yunan hükûmetinin Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için elinden geleni yapmaya devam edeceğini ve gerektiğinde Birleşmiş Milletlere müracaat edilebileceğini bildirmiştir. Bugün (4 Temmuz 1952) Atina’da ve bütün Yunanistan’da, İngiltere’nin Kıbrıs meselesinde takındığı tavrı protesto eden büyük bir gösteri yapılmıştır. Kilise, matem işareti olarak çanlarını çalarken, halk sokağa çıkmamış, resmi ve gayriresmi işyerleri ile okullar kapanmış, deniz, kara ve hava seferleri durdurulmuştur. Kıbrıs başpiskoposu, Amerika büyükelçisine de muhtıra vererek, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için Amerika’nın desteğini istemiştir.

29 Eylül 1952 tarihinde Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanı Faiz Kaymak Türkiye’ye gelerek Fuat Köprülü ile görüşmüş, Kıbrıs’taki mevcut durumu ve endişelerini aktarmıştır. Buna karşılık;

Türkiye’nin düşmanı çok. Türkiye sağlam kaldıkça Kıbrıs Türkleri de sağlam kalır. Şimdi Yunan dostluğu vardır. Dostluklar zaruridir. Fakat sizinle alakamızı kesmeyeceğiz. Ada’da banka, sigara fabrikası ve gazeteler kurulmasına destek olacağız. Öğretmen göndereceğiz.” cevabını almıştır.

Yunanistan hükümeti 1953 yılından itibaren Kıbrıs’ın ilhakı konusunu resmi kanallar üzerinden bu işi hızlı şekilde çözme yoluna gitmeyi seçmiştir. Resmi olarak yapılan ilk görüşme ise Başbakanı Sir Anthony Eden ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgos Papagos arasında gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmede İngiliz Başbakanı Sir Anthony Eden’in “Kıbrıs’ın Yunanistan’la hiçbir zaman birleşmeyeceğini” söylemesi üzerine Yunanistan hem “Kıbrıs konusunu” Birleşmiş Milletler’e resmen götürmeye karar vermiş hem de Makarios’a ve EOKA’ya yardım etmeye başlamıştır.

1954 yılında Başpiskopos Makarios, Yunanistan’la birlikte Kıbrıs konusunu Birleşmiş Milletler’de dile getirerek plebisit sonuçlarının tanınmasını istemiştir. Kıbrıslı Türklerin katılımı olmaksızın alınan plebisit sonucunun Kıbrıs halkının kararı olarak Dünya’ya aktarmış olması artık Rumların mücadele, hedef ve stratejisini kesin olarak göstermekteydi. Birleşmiş Milletler’in söz konusu başvuruyu kabul etmemesi üzerine Makarios, silahlı mücadele kararı alarak hazırlıklara başlamıştır. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler kararını protesto için 1954 Aralık ayında başlatılan gösteriler, polisle girişilen çatışmalar, taşlarla sopalarla sokaklarda güvenlik görevlilerine yapılan saldırılar nedeniyle 1955 yılına çok gergin bir hava içinde girilmiştir.  Rum lider Makarios ise Yunan hükümetinden silah ve maddi destek almak için Yunanistan’a gitmiş, aralarında General Grivas’ın da olduğu Enosis taraftarlarıyla görüşmüştür. Görüşmeler sonucunda Enosis’i örgütlemek üzere Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Birliği anlamına gelen EOKA örgütü, emekli bir Yunan subayı olan Kıbrıs asıllı Yeoryos Grivas tarafından Yunanistan’ın başkenti Atina’da kurulmuştur. EOKA örgütünün kuruluş amacı, ilk olarak İngilizleri adadan çıkarmak ve İngilizlerin adayı terk etmesini müteakip adada yaşayan Türkleri yok ederek Enosis’i gerçekleştirmekti.

Alınan kararlar neticesinde, EOKA’nın amacını gerçekleştirmek ve organize etmek için Grivas, gizlice Adaya gelmiş ve beraberinde silah, bomba ve cephane de getirmişti. Diğer taraftan da Kilise, kendisine bağlı olarak kurulan gençlik örgütlerinden EOKA’ya militan yetiştirmek için faaliyete geçmiş ve ‘’yaz kampları’’ adı altında militan yetiştirmek için organizasyonlar düzenlemeye başlamıştı. Grivas yönetiminde tüm organizasyonunu ve hazırlıklarını tamamlayan EOKA, 1 Nisan 1955’te Ada’da bombalı saldırı düzenlemeye başlayarak eyleme geçmiş, ilk eylemler sırasında sadece İngilizlere karşı düzenlenen saldırılar, kısa sürede Türklere de yönelmeye başlamıştı. Bu saldırılar üzerine aynı dönemlerde Türk halkı da varlığını sürdürebilmek için savunma amaçlı örgütlenmelere başlamıştı.

Diğer taraftan Kıbrıs Türk’tür Partisi ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu 23 Haziran 1955 tarihinde birer bildiri yayımlayarak Kıbrıslı Türklerin yanında olduklarını, Kıbrıs’ın er ya da geç Türkiye’ye katılacağını belirtmişlerdir. Kıbrıs’ta Rum saldırıları ve tahrikleri artarken 28 Ağustos 1955’te Kıbrıs Türklerine karşı genel bir katliam hareketine kalkışılacağı söylentisi tansiyonu iyice yükseltmiş ve büyük tepkilere neden olmuştur. Türk hükûmeti 23 Ağustos 1955 akşamı Ankara’daki İngiliz Büyükelçisine bir nota vererek ayrılıkçı Rumların, Kıbrıslı Türklere yaptıkları saldırıların Türk kamuoyu tarafından nefretle karşılandığını, bu konudaki tepkilerin günden güne arttığını ve ayrılıkçıların Kıbrıslı Türkleri imha tehdidinden sonra Ankara hükûmetinin tepkisiz kalamayacağını belirterek İngiliz hükûmetinin bu faaliyetleri derhal önleyerek Kıbrıslı Türklerin can ve mal güvenliğinin sağlanmasını istemiştir. Bu nota üzerine Kıbrıs politikasında değişikliğe gitmeye karar veren İngiltere, Londra’da bir konferans toplanması için girişimlerde bulunmuştur. 29 Ağustos 1955’te görüşmelere başlanan Londra Konferansı’nda Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin Kıbrıs politikasını açıkladığı konuşmasını,

Türkiye statükodan memnundur ve korunmasını istemektedir. Ama eğer mevcut durumda bir değişiklik yapılacaksa, en doğru yol Ada’nın eski sahibi olan Türkiye’ye verilmesidir.” şeklinde tamamlamıştır.

O dönemde Dışişleri Ortadoğu ve Kıbrıs genel müdürlüğüne vekalet eden ve konferansa katılan ekip içerisinde bulunan Büyükelçi Mahmut Dikerdem’in konu ile ilgili yorumu şöyledir:

’İngilizler Kıbrıs’ın yönetimini uzun süre ellerinde tutamayacaklarını anlamışlardı. Hem zaman kazanmak hem de askeri üslerini korumak amacıyla Türkiye ile Yunanistan’ı karşı karşıya getirmek istiyorlardı. Bu nedenle İngiltere Dışişleri Bakanı Harold MacMillan bir üçlü konferans çağrısı yapmıştı. Konferans 29 Ağustos 1955 tarihinde Londra’da Lancaster House’da toplanacaktı ve bu toplantı, 1960 Antlaşmalarının temelini oluşturmuştur.’’

Ancak Rumların ve Yunanlıların uzlaşmaz tavrı ile birlikte Ada’nın Yunanistan’a ilhakı konusunda hem Türkiye hem de İngiltere’ye karşı gösterdikleri direnç yüzünden Konferans bir sonuca ulaşamadan dağılmıştır. Konferans neticesinde, bu sonucun çıkmasında etken olan bir başka gelişme ise Türkiye’de yaşanan 6-7 Eylül olaylarıydı. Büyükelçi Dikerdem, Türk görüşme heyetinin 6 Eylül 1955 akşamı, hazırladıkları bildirinin taslağını Menderes’e aktarmak için Londra Büyükelçiliğinde toplandıklarını anlatmış ve şöyle devam etmiştir:

Toplantı odasındaki telefon Türkiye’ye bağlandığında Başbakan’ın Ankara’da değil, İstanbul’da olduğu anlaşıldı. Menderes’le konuşmaya başlayınca Zorlu’nun renginin attığını fark ettim. Taslağı okumaya başlarken birden sustu. Bu sırada Menderes, İstanbul’da Rum azınlığa karşı saldırıların başladığını, bu nedenle kendisinin derhal İstanbul’a hareket ettiğini söylerken Zorlu’nun hemen dönmesini istemişti.”  

(Yukarıda bulunan kısımlar ‘’Kıbrıs Barış Harekâtına Giden Yol’’ yazısında daha detaylı anlatılmaktadır.) (LİNK)

Olaylar sonrası Türkiye-Yunanistan ilişkileri kopma noktasına gelirken, Kıbrıs’ta da EOKA eylemlerini iyice arttırmıştı. Buna karşı Kıbrıs Türkleri de harekete geçmiş, Fazıl Küçük’ün liderliğini yaptığı parti, “Kıbrıs Türk’tür Partisi” adını almış ve ilk direniş örgütü olan “Volkan” örgütü kurulmuştur. Volkan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çağdaş bir versiyonu olarak yorumlanabilecek, ancak daha çok mahalli örgütlenmelerle sınırlı kalan bir gizli teşkilattı. Volkan örgütü, Fazıl Küçük’ün yanı sıra Şakir Özel ve Kemal Mişon gibi kişilerce kurulmuştu. Lefkoşa Polis Merkezinde silah ambarından sorumlu olarak görev yapan Mehmet Hıfzı Işıltan ise örgüte silah temin eden ve lojistik destek sağlayan kişilerden birisiydi. Volkan kurulduktan kısa bir süre sonra halka mücadele azmi ve umut aşılayan bildiriler yayımlanmaya başlamış ve bu bildiriler sayesinde örgüte katılımlar çoğalmıştır. Volkan örgütü daha çok bildiri dağıtmak eylemlerini gerçekleştirmekle birlikte EOKA militanlarıyla da ufak çatışmalar yaşamıştır.

EOKA’nın faaliyete geçtiği 1955 yılından itibaren İngilizler, kendilerinin ve dolayısıyla Ada’nın güvenliği açısından bu örgütün eylemlerine karşı polis teşkilatına Türkleri almaya başlamışlardır. Aslında İngilizlerin yaptığı bu tercih bilinegelen İngiliz politikalarından birisiydi. İngiliz sömürgelerinde herhangi bir ayaklanma olduğunda ayaklanmayı gerçekleştiren kuvvete düşman olan başka bir kuvvet polis veya asker teşkilatına alınarak en az İngiliz askeri kaybı ile iki tarafı birbirine kırdırma yöntemiyle asayişi sağlama politikası İngilizler tarafından defalarca denenmişti. Aynı uygulama şimdi Kıbrıs adası için uygulamaya alınmış ve Rum militanlara karşı Türk polisi devreye sokularak iki toplum arasındaki uçurumun derinleşmesi sağlanıyordu. Bu dönemde polis teşkilatına giren ve daha sonra Türk Mukavemet Teşkilatı mücahidi olan Kemal Abdullah, EOKA ile mücadele etmeleri için İngilizler tarafından nasıl hazırlandıklarını şöyle anlatmıştır:

1956 yılında polis teşkilatına komando olarak girdim. Bir süre sonra Yüzbaşı Button diye birisi geldi. Kaçakların izlerini takip etmek için adam arıyordu. Bizi aldı ve Rum tarafında eğitime götürdü. Eğitimi birinci olarak bitirince, çavuş rütbesi aldım ve beni Kenya’ya eğitim için gönderdi. 15 günü safaride, yaklaşık 7 hafta Kenya’da kaldım. Dönüşte, Ruslarla işbirliği içinde olan Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır, İngiliz uçağı ile geçmemiz için bize müsaade etmedi. Biz de Aden’de (Yemen) kaldık. İngilizler harçlığımızı ve kalacak yerimizi ayarlıyordu. Otelde 10 gün kaldım. Orada Kore’den dönen Türk Askeri Birliği’ne rastladık. Onlarla hemen arkadaş olmuştuk. Dönüşümüz İngiliz uçağı ile değil, Aden Havayolları ile oldu. Dönünce de hemen İngilizlerle, Kıbrıs’ın Rum tarafında EOKA’cıları yakalama operasyonları yaptık.” 

Görüldüğü gibi EOKA’nın ilk hedefi İngilizlerdi. Ancak Türklerin polis teşkilatına girmesiyle hedefin Türklere kayacağı da aşikardı. Başbakan Menderes’e iletilen 22 Eylül 1955 tarihli bir raporda, Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleşen yakınlaşma nedeniyle Makarios’un konuşmalarında,

Pasif bir politika izleneceği, Türklere bir şey yapılmayacağı fakat Kıbrıs’ta yeni bir anayasanın gerekliliğini ifade eden İngilizlere karşı etkin önlemler alınacağını…” söylediği belirtilmişti.

Raporda ayrıca, iki bin kişilik eylemci grubunun İngiliz bayrağını parçaladıktan sonra, Yunan bayrakları dikerek “Yaşasın EOKA, Yaşasın Enosis” diye bağırdıkları, askeri bir jipi devirerek yaktıkları anlatılmış ve polisin ihmalinden söz edilmişti.

 Makarios kilisede bir gazeteciye verdiği beyanatta, İngiltere’nin Kıbrıs halkına teklif edeceği anayasanın Kıbrıs halkı tarafından kabul edilmeyeceğini ve ada halkının hükümranlık prensibi için sonuna kadar mücadelesine devam edeceğini belirterek;

Gayemize ulaşmak için tehditler, sürgünler, ölüm cezaları bizi zerre kadar ürkütmeyecektir. Mukadderatımızı tayin hususunda kanımızın son damlasını bile vermeye hazırız. Hürriyet, kemiklerimizin üzerinde dalgalanacak ve geride kalanlarımız bu adaya sahip olarak mesut günler yaşayacaklardır.” demiştir.

Bu beyanattan da açıkça anlaşılacağı üzere, Kıbrıs Rumlarının ilk hedefinde, önlerine anayasa engeli çıkararak ilhakı ve dolayısıyla Enosis’i engelleyecek güç olarak gördükleri İngiltere vardır. Kıbrıs halkının istediği hükümranlık prensibinin de Kıbrıs halkının talebi olduğu söylenirken, kanlarının akıtılmayacağı belirtilen Kıbrıs Türk halkının dikkate bile alınmadığı görülmektedir. Plana göre Türklere sıra daha sonra gelecektir. Bu beyanatlara ve kanlarının akıtılmayacağının söylenmesine rağmen, Türklere karşı EOKA’nın faaliyetleri hızla sürmekteydi. Bu yıldırma manevralarına karşın İngiltere anayasa ve özerklik ilkeleri konusunda kararlı tutumunu devam ettirmiş ve Macmillan Planı’nı gündeme getirmiş, ancak bu planı Rumlar reddetmiştir. Yunanistan’ın engellemelerine rağmen, İngiltere bu planı devreye sokmuş ve Kıbrıs’ta Türk ve Rum Belediyelerinin sınırları ilk kez çizilmiştir. Ayrıca İngilizler, anayasa konusunun çözümü yolunda engel olarak gördükleri Makarios’u, EOKA ile olan ilişkisini gerekçe göstererek 9 Mart 1956’da Seychelles Adalarına sürgüne göndermiştir. Makarios’un sürgüne gönderilmesi üzerine EOKA intikam yemini ederek şiddet eylemlerini daha da arttırma yolunu seçmiştir.

TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLATININ KURULUŞ SÜRECİ

Süveyş konusunda İngiltere ile mısır arasında yaşanan anlaşmazlık neticesinde, İngiltere’nin başarısız olması Kıbrıs için bir dönüm noktası olmuştu ve Artık uluslararası koşullar değiştiği görülmekteydi. Bu olayla bölgede etkin güç olma konumunu yitiren İngiltere için Ada’da üslerinin garanti altına alınması askeri açıdan yeterli hale gelecek ve İngiltere Doğu Akdeniz politikasını bu yönde şekillendirecekti. Dolayısıyla Makarios’un sürgün kararı, İngiltere’nin değişen bu politikası kapsamında Dışişleri Bakanı Macmillan tarafından Mart 1957’de kaldırılarak Kıbrıs’a dönmesine izin verildi. İngiltere’nin Ada politikasında yaptığı bu değişiklik, Türkiye’de de yankısını bulmuştu. Bu gelişme neticesinde, Türkiye’nin bakışı Ada’nın “taksimi” yönünde şekillenmeye başlamıştı.

Başbakan Menderes, Kıbrıs’ta statükonun korunması politikasını, Ada’nın Taksimi şeklinde değiştirmiş ve bu politik yaklaşımdaki değişiklik Türk kamuoyu tarafından önemli ölçüde destek almıştı. Bu konuda Economist dergisinde yayımlanan bir mülakat bu değişime İngilizlerin bakışını özetlemektedir. Bu yazıda;

Türkler statüko veya Türk hakimiyeti yerine Kıbrıs’ın taksimi tezini kabul etmekle Kıbrıs meselesinde bir anlaşmaya varmak hususunda Yunanlılardan çok daha uzlaştırıcı olduklarını göstermişlerdir. Fakat Kıbrıs meselesinde hayati menfaatlerinin nazarı itibara alınmadığına kanaat getirirlerse İngiltere ile olan münasebetlerinin mahiyeti kaçınılmaz olarak değişecektir.” denilmekteydi.

Nitekim Makarios’un adaya dönme kararı Türkiye’de hayal kırıklığı ile birlikte İngiltere’ye karşı bir güvensizlik ortamı yaratmıştı. Bu sırada Ada’da EOKA tarafından düzenlenen eylemler de sürmekteydi. Kıbrıs polis teşkilatında uzun süre görev yapan Özdemir Uzuner, Amerikan Lisesi’nde yaşadıkları olayları şöyle anlatmıştır:

1950-56 yılları arasında okuldaydım. Ama mezun olamadım. Bunun nedeni de olayların tam içinde yer almış olmamdı. Şöyle anlatayım, EOKA’nın başlamasıyla okulda da bir huzursuzluk başladı. 1954 olayları patlak verdiğinde Amerikan bayrağını indirerek Yunan bayrağını çekmeye başladılar. Biz de ne yapacağımızı şaşırdık. Oysa biz de Türk bayrağını çekebilirdik ama hazırlıksızdık. Sadece tepki olsun diye Yunan bayrağını indirir, Amerikan bayrağını çekerdik. ‘Size ne oluyor burası bir Amerikan okulu.’ derdik. Oysa bizim için ha Amerikan ha Yunan bayrağı ama o dönem bunu düşünememiştik. 1956 yılına kadar bu durum devam etti. Sonunda biz bir plan yaptık. ‘Biz ne yapsak çözüm olmadı. Anlaşılan bu Rumları iyice bir döverek durdurabiliriz.’ dedik. Onlar yine çektiler Rum bayrağını, biz de çektik Amerikan bayrağını, yine geldiler indirmek için, bu kez biz onlarla tartıştık. Okul Rum bölgesindeydi. Biz onları Türk bölgesine, yani tampon bölgeye çekmek istiyorduk. Onlar bizi takip ederek planladığımız yere gelince, bir güzel dövdük. Geldikleri yere döndüler. Ama bulunduğumuz yerin yakınında çok büyük Rum köyleri vardı. Aileleri ve yandaşları Larnaka’da Türklere saldırmak için toplanmışlardı. Larnaka’nın İngiliz komiseri hemen Türk mahallesine haber göndererek: ‘Türklere haber veriniz. Rumlar çevre köylerde toparlandılar saldırıya hazırlandılar, biz gerek polis olarak gerek asker olarak yeterli değiliz, onlar kendilerini savunsunlar.’ Tabii bilmiyorum belki de bu İngiliz’in bir taktiği idi. Sırf bizi birbirimize düşelim diye. Rumlarla çatıştığımız alanda Larnaka’nın ileri gelenleri toplanmışlardı. Güçlü Araplar da vardı. Onlar saldırdı ve büyük bir dövüş oldu. Rumlar damlardan kızgın sular dökmeye ve variller atmaya başladılar. Sonuçta geri döndük. Ama bu olaylar bir kıvılcım oluşturdu. Olayların bizim için karşılığı ağır oldu tabii. Müdür bizi çağırdı ve yaptıklarımızdan dolayı artık okula devam edemeyeceğimizi söyledi. Biz elebaşı olarak görülen 5 Türk ve 5 Rum’duk. Müdür konuşmasına devam ederek, bize yapabileceği tek iyiliğin sınavlara dışarıdan girmemizi sağlamak olduğunu söyledi. Fakat okulun eğitimi bir hayli zordu, dışarıdan takip edemedik ve sınavda başarılı olamadık. Dolayısıyla okulu bitiremedik. Gençliğin verdiği delilikle de bunu babamıza söylemedik. Tüm çevremiz okulu bitirdiğimizi sanıyorlardı. Biz de iş bulana kadar hayvanların peşinden koşmaya başladık. Bundan rahatsız olan babam polisliğe başvurmam konusunda beni ikna etti ve görüşmeye gittik. İngiliz yetkili, çok iyi olan İngilizcemin de etkili olması nedeniyle ‘hemen gel polis okuluna başla.’ dedi. Böylece polis örgütüne girdim. Ağustos 1957’de polis okulunu bitirip Lefkoşa’ya tayin oldum. 1957 Kasım ayında Lefkoşa’da Lokmacı Barikatından sonra Rum tarafında kalan bölgede devriye görevindeyken, bölgemde bir Rum matbaasında çıkan bir kundaklanma yüzünden şüpheli olarak dört saat üniformalı şekilde tutuklu kaldım. Daha sonra yine İngilizcemden dolayı Uçak Alanı’na (Havaalanı) Muhaceret görevlisi olarak atandım.

Ada'da giderek artan huzursuzluk ve güvensizlik ortamı Türkleri harekete geçmeye zorlamıştı. VolkanKaraçete ve 9 Eylül Cephesi gibi yerel ve bölgesel savunma örgütlerinin yeterince etkin mücadele edemediği düşüncesi ile Rauf DenktaşBurhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi bir araya gelerek yeni ve daha güçlü bir örgüt kurulması gerektiğine karar vermişlerdi. Böylece 15 Kasım 1957 tarihinde Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kurulmuştur. Bu yeni kurulan örgüt ile o güne kadar faaliyet gösteren yerel savunma örgütleri Türk Mukavemet Teşkilatı bünyesine toplanmıştır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kuruluşu hakkında anlattıkları şunlardır;

Arkadaşım Nalbantoğlu ve konsoloslukta çalışan Kemal Tanrısevdi isimli bir memurla bir gece sabaha kadar oturduk ve konuştuk. Sonunda Türk Mukavemet Teşkilatı’nın ilk tanıtım broşürünü hazırladık. Broşürde Volkan’a teşekkür ederek Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurulduğunu belirttik. Ben o sırada Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu başkanıydım ve halk içinde güvenilirliğim yüksekti. Bu Federasyona, bütün partiler, köyler ve kuruluşlar üye idi. Dr. Küçük eski başkanla arası açık olduğu için başkanlığa beni seçtirmişti. İngiltere bu oluşumu engelleyememişti çünkü kültürel ve ekonomik bir kuruluş olarak siyasetin dışında bir kurum olarak görülmekteydi. Oysa aslında bu kuruluş siyasetin tam içindeydi. Neyse Volkan’daki arkadaşlar da kabul ettiler. Onların içlerinde güvendiklerimizi Türk Mukavemet Teşkilatı’na aldık.

İleride her Türk köyünde varlık gösterecek olan Türk Mukavemet Teşkilatı’na katılım, önceden belirlenen ve hakkında ayrıntılı araştırma yapılan üye adayının siyah bir perdenin ardında Kuran, bayrak ve silah üzerine yemin etmesi ile gerçekleştiriliyordu. Bu yemin töreni İtalyan Carbonari Teşkilatı ve daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyetinde görülen katılım seremonisine çok benzemekteydi. Örgüte katılım için uygulanan kabul seremonisi sırasında okunan Türk Mukavemet Teşkilatı Andı’nın metni ise şu şekildedir:

Kıbrıs Türkü’nün yaşayış ve hürriyetine, canına, malına ve her türlü anane ve mukaddesatına, her nereden ve kimden olursa olsun, vaki olacak tecavüzlere karşı çıkmak için kendimi Türk milletine adadım. Ölüm dahi olsa, verilen her vazifeyi yapacağım. Bildiğim, gördüğüm, işittiğim ve bana emanet edilen, her şeyi canımdan aziz bilip sonuna kadar muhafaza edeceğim. Gördüklerimi, işittiklerimi, hissettiklerimi ve bana emanet edilenleri, hiç kimseye ifşa etmeyeceğim. İfşaatın bir ihanet sayılacağını ve cezasının ölüm olacağını biliyorum. Yukarıda sıralanan hususları harfiyen tatbik edeceğime, şerefim, namusum ve bütün mukaddesatım üzerine söz verir and içerim.

Türk Mukavemet Teşkilatı kurulduktan sonra bir manifesto oluşturmuştu. Bu manifestoya göre örgütün amacı, Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğini sağlamak, Enosis'e ve bu hedef doğrultusunda EOKA tarafından gerçekleştirilen terör eylemlerine karşı durmak, Türklere yapılacak saldırıları geri püskürtmek, Türk toplumunun birliğini ve bütünlüğünü sağlamak, Rumlara ve İngilizlere karşı Kıbrıs Türklerinin haklarını savunmak ve Türkiye ile sıcak ilişkileri devam ettirerek, Ada’da bulunan Türk halkının anavatana bağlılığını sürdürmek gibi maddeler içermekteydi.

Türk Mukavemet Teşkilatı’nın direnişi, bağımsızlığa hizmet ettiği için Kıbrıs’ın asıl ulusal kurtuluş hareketi olarak değerlendiriliyordu. Kıbrıs’ta bulunan İngiliz gazeteci yazar Gibbons Türk Mukavemet Teşkilatı’nı tanımlarken “Terör karşıtı bir terör örgütü” olarak bahsetmiş, merkezinin Lefkoşa’nın banliyöleri olan Gönyeli ve Ortaköy olduğunu söylemişti. Türk Mukavemet Teşkilatı’nın faaliyetleri kapsamında Denktaş şunları söylemiştir;

İkinci toplantıda, ‘Benim istediğim EOKA’ya karşı Türk Mukavemet Teşkilatı’nın Türk hükümetine ve Genelkurmayına bağlı bir kuruluş olmasıdır. Hareketi Türkiye’ye bağlamazsanız, silahları Türkiye’den getirmezseniz, para toplayacaksanız ben yokum’ dedim. Bunun üzerine istediğimi yapmam konusunda beni yetkili kıldılar. Bu konuşma Kasım 1957’de oldu ve ilk kez ben Ocak ayında Dr. Küçük’le Türkiye’ye gittim. Ankara’da Fatin Rüştü Zorlu’yu ziyaret ettik. Doktor, Kıbrıs meselesini konuştu ve ihtiyaçlarını duyurdu, ardından ben söz aldım. ‘Biz böyle bir teşkilat kurduk. Rumlar bu işi EOKA ve Yunanistan’la birlikte yürütüyorlar. Türkiye bize bu konuda yardımcı olmazsa bu iş burada biter. Onun için sizden silah istiyoruz.’ dedim. Buna karşılık bize sordular ‘biz şimdi size silah göndersek alabilir misiniz?’ Ben o zamanlar içinde bulunduğum gençlik ve tecrübesizlik içinde ‘tabi alırız’ diyordum ki, Dr. Küçük, ‘konuyu biraz inceletin, nasıl yapacaksınız. Aksi takdirde yakalanırsanız Türkiye zor durumda kalır’ dedi. Aslında Fatin Bey’in de Adnan Menderes’i bilgilendirmek için zamana ihtiyacı varmış. Zaman kullanıldı ve 9 ay sonra Türkiye, İş Bankası müfettişi ve öğretim müfettişi adı altında bize ilk uzmanlarını, yani Bayraktar ve yardımcılarını gönderdi.

Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kuruluşu için görevlendirilmiş olan Tümgeneral Daniş Karabelen’in yardımcısı olan ve Kıbrıs’ın İstirdat (Geri Alma) Projesi’ni hazırlayan Albay İsmail Tansu ‘’Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu’’ isimli kitabında konuya şu şekilde değinmektedir:

Bu teşkilat önceden kurulmuştu. 9 ay sonra mevcut teşkilat bize teslim edildi. Propagandaları, yayınları, köylerdeki örgütlenmesiyle ve adamlarıyla zaten maneviyat ayaktaydı. Bir şeyler vardı ama bilinçli bir kuruluş değildi. İşte arkadaşlar geldikten sonra onlar bir kısmı benim avukatlık büromda aramıza perde çekerek, Kur’an-silah üzerine yeminlerini ettiler. Halkta da büyük istek ve heyecan vardı.

Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kuruluşundan önce de Türkiye, Kıbrıs’taki Türk halkına yalnız olmadığını anlatmak ve olayları daha yakından takip edebilmek için adaya öğretmenlerini göndermişti. Öğretmenler daha sonra gerçekleştirilecek mücadelede etkin rol oynayacaklardı.

Menderes Kıbrıs’taki sorunları Yunanistan’la diplomatik yollarla çözmenin mümkün olabileceği umudunu uzun süre korumuşsa da görüldüğü gibi 1958 yılı itibarıyla Rumlar, İngilizlere ve Türklere karşı olan terör faaliyetlerini giderek arttırmışlar, İngiliz valisi ise olaylara seyirci kalmıştı. Aynı dönemde Başbakan Menderes’e Kıbrıs köylülerinden yardım çağrıları içeren telgraflar gönderilmişti. Türkiye ise toplumsal hareketler başlayarak “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganları giderek daha geniş kitlelere yayılıyordu. Kıbrıs’ta Türklerin yaşadığı kayıpların giderek artması, Menderes’in kararını vermesine yardımcı olmuş ve EOKA’ya karşı Türk halkının güvenliğini sağlayacak gizli bir teşkilat kurulmasına karar verilmişti.

Ankara’da Fatin Rüştü Zorlu ile Dr. Fazıl Küçük’ün görüşmesinden sonra, 1958 yılının Nisan ayında Genelkurmay Başkanlığından Tümgeneral Daniş Karabelen’e bir mesaj ulaştı. Mesajda;

Kıbrıs’ta Türk varlığını korumak amacıyla gizli, silahlı bir örgüt kurulması için Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin izin verdiği” ifade edilmiş. Ayrıca “bu işe hükümetin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin adlarının hiçbir şekilde karıştırılmaması gereği…” kesin bir dille vurgulanmıştı.

Aynı mesajda, Özel Harp Dairesinin, bu özel görevle ilgili olarak hiçbir yer ve makam ile resmi bağlantı kurmayacağı, Genelkurmay üst düzey komutanları ile hiyerarşik bağlantılarını sözlü olarak yürüteceği, diğer devlet kuruluşları ile yapılacak temaslarda da iletişimin sözlü olacağı, yazışma yapılmayacağı belirtilmiştir. Örgütün kuruluşu ve yönetimi için Kıbrıs’ta gönüllü olarak görev üstlenecek subaylar süresiz izinli sayılmışlardı. Türk Mukavemet Teşkilatı’na katılanların çoğu daha önce Kore Savaşı’nda bulunan subaylardı ve Kıbrıs’a öğretmen, imam, tarım uzmanı, bankacı gibi kimliklerle gideceklerdi. Ayrıca, Dr. Fazıl Küçük ile Rauf Denktaş yardım ve işbirliği esaslarını görüşmek için Ankara’ya davet edilmişlerdi. Türk Mukavemet Teşkilatı’nın yeraltından çıkarak varlığını ortaya koyacağı günü ise EOKA’nın Türklere yönelik olası saldırılarının belirlemesi kararlaştırılmıştır. Öncelikle Ankara’da hazırlanan “Kıbrıs’ı İstirdat Projesi” (KİP) kapsamında KİP kadrosu belirlenmiş, Kıbrıs’taki Türk Mukavemet Teşkilatı’nın geliştirilerek gerçek bir direniş örgütü haline getirilmesi görevi Piyade Yarbay Ali Rıza Vuruşkan’a verilmişti. 9 Temmuz 1958 tarihinde Tümgeneral Daniş Karabelen eliyle, Genelkurmay 2. Başkanı Salih Coşkun’a takdim edilen liste, daha sonra küçük değişikliklerle icraata konulmuştur. Türk Mukavemet Teşkilatı üyesi olarak görev yapmak üzere Kıbrıs’a gönderilen personel, öğretmen, imam, tarım uzmanı ve bankacı gibi görevlerle adaya gönderileceklerdi. Bu konuda 28 Ağustos 1957 tarihinde Cumhurbaşkanı Celal Bayar imzalı Bakanlar Kurulu Kararnamesi şöyledir:

İlişik listede adları ve görevleri belirtilen 22 öğretmenin iki sene müddetle Kıbrıs’taki Türk okullarında öğretmenlik görevi almalarına izin verilmesine karar verilmiştir.

Yayınlanan kararname sonrası Ankara KİP karargâhı yoğun bir tempo ile çalışmaya başlamış, Kıbrıslı Türk Mücahitlerinin silah eğitimini tamamlaması için Aralık 1959 tarihi hedef olarak belirlenmişti. Türkiye’nin bu hamlesiyle Rum ve Yunanlıların Enosis (Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı) planı gibi Türkiye’nin de artık İstirdat (Kıbrıs’ın eski sahibi Türkiye tarafından geri alınması) planı vardı. Bu proje ile Kıbrıs’ın tamamına sahip olunamasa bile “Kıbrıs’ın taksimi” hedefleniyordu. Proje Genelkurmay 2. Başkanı Cevdet Sunay tarafından onaylanması ile Genelkurmayda da KİP karargahı harekete geçmek için hazırlıklara başladı. Bu hazırlıklar kapsamında Kıbrıs’tan gönderilen mücahitlere birebir silah eğitimi vermek için kamp alanı belirlemek vardı. Belirlenen ve kurulan ilk kamp, Ankara sınırları içindeki Zirkaya Köyü yakınlarında kuruldu. Zirkaya Eğitim Kampı olarak belirlenen bu mahal Tarım Bakanlığına ait çiftlik ve tesislerde kuruldu ve bu kampta Türk Mukavemet Teşkilatı mensuplarına askeri eğitim verilmeye başlandı. Kampa eğitim görmek için gelen İlk kafile 20 Ağustos 1958 tarihinde Ankara’ya ulaştı. 12 Eylül 1958 itibarıyla, Antalya Eğitim Kampı da faaliyete geçirilerek burada da eğitime başlandı. Ankara’ya gönderilen mücahitlerden Yıldız Kabaran bu eğitimi şöyle anlatmıştır:

Silahlı eğitim almak üzere Kıbrıs’tan Ankara’ya gönderilen 30 kişiydik. Ankara’da tren istasyonunda bizi bir binbaşı karşıladı. Ertesi gün kampa götürdüler. Zirkaya’da her türlü silahı söküp takmayı ve kullanmayı öğrendik. Döndüğümde buradaki arkadaşlarımla gizlilik içinde buluşarak onlara da silah nasıl kullanılır, bubi tuzakları nasıl yapılır, silahlar nasıl saklanır gibi konularda eğitim vermeye başladım.

Alınan eğitime rağmen Adaya dönen Kıbrıslı Türkler için silah bulmak çok zordu. Bu konuda bir Arı Ekibi üyesi olan Vehbi Mahmutoğlu bir röportajda şunları söylemiştir:

Başladık köyümüzü nöbetleşe beklemeye. Koca köyde silah namına bir tabanca, bir av tüfeği, şiş, balta vardı ve hepsi o kadardı… Silah lazımdı bize. Rum askeri ensemize binmişti. Silah getirmek kolay değildi. İngiliz bizi yakalasa idam edilirdik. Rum yakalasa kurşuna dizerdi. Silah lazımdı, kayık lazımdı, silah sevkiyatı için Türkiye kıyılarına ulaşmak şarttı. Kardeşim Celal’e gittim. Polis olarak çalışıyordu. ‘Silah getirmeliyiz buraya!’ dedim. 70-80 sterlin verdi. Bir Rum’dan kayık satınaldım, kayığın üzerinde Elefteria yazıyordu yani Hürriyet. Sadece ileri vitesi vardı. Geriye gidişi yoktu. Ufacık bir tekneydi.”

Bu zorluklara rağmen Ağustos 1958 tarihinde kendi inisiyatifleri ile silah bulmak amacıyla Türkiye’ye gelen bu gençlere Türkiye sahip çıkacaktı. Kendilerine “hiçbir maddi menfaat olmaksızın sadece vatan için çalışacakları, yapacakları görevin son derece tehlikeli olduğu, her an ölümle yüz yüze gelebilecekleri, yakalanmaları veya öldürülmeleri halinde arkalarında kimsenin durmayacağı…” anlatılmış ve söz konusu görevi kabul edip etmeyecekleri soruluyordu. Gerçekten de Ada’da İngilizler sıkıyönetim uygulamakta ve tek bir mermi bile bulunduğu taktirde bu kişilerin alacağı cezası idamdı.

Bu risklere rağmen görevi kabul eden mücahitler 16 Ağustos 1958 ile 1 Ocak 1959 tarihleri arasında 9 sefer yapmış ve 800 Türk Mukavemet Teşkilatı mücahidinin silah ve cephane ihtiyacını karşılamışlardı. Takma motorlu kayık ve sandallarla Türk Mukavemet Teşkilatı için silah ve cephane taşıyan mücahitlere ‘’Arı Ekibi’’ adı verilmişti. Ayrıca onlara ‘’Bereketçiler’’ ismi takılmıştır. Asaf Elmaz ve Hikmet Rezvan, 9 Kasım 1958 tarihindeki silah taşıma görevlerinde azgın dalgalara yenik düşerek Berekeçilerin ilk şehitleri olmuşlardı.  İlk Bereketçiliğini 17-18 yaşlarında yapan ve söz konusu Bereketçilerle son temasta bulunan Ahmet Cemal, o geceyi şöyle anlatmıştır:

Bu seferler sırasında bir gece hava çok soğuktu ve yağmur vardı. Arkadaşlarımız Asaf Elmaz ve Hikmet Rıdvan iki sandalla geleceklerdi. Ben kıyıda bekliyor, ışıkla bizim köyün yerini gösteriyordum. Bir ara ışıklarını gördüm. Onlar da benimkini gördüler. Sonra izlerini kaybettim. Sabaha kadar bekledik ama gelmediler. Durumu merkeze, Lefke’ye bildirdik. Denizde aradık ama hiçbir iz bulamadık. Akdeniz onları çekip almıştı.

TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLATI’NIN YAPISI

Türk Mukavemet Teşkilatı başlangıçta Türk mitolojisine ve özelliklerine uygun olarak teşkilatlandırılmış ve kullanılacak kod isimleri buna uygun olarak seçilmiş bir yeraltı örgütüydü. Teşkilatın ilk kurulduğu dönemde Türkiye’den gelen komutanlara “Kara Sakal” takma adı verilmişti. Türk Mukavemet Teşkilatı üyesi olan Yılmaz Bora bu konuda şunları söylemiştir:

Bu isimler kapalı şifreli kod olarak kullanılmıştır. Türk Mukavemet Teşkilatı’da kutsal görev üstlenen ve kimlikleri gizli kalması gereken komutanlarımızın emirleri geldiğinde, Mücahitlerimize Kara Sakaldandır denilir ve onlar ne olduğunu anlarlardı. Kod ismi kullanılırken sonradan kapalı isim kullanılmasına geçilmiştir. FırtınaBoraYıldırımAteşBozkurt gibi kapalı isimler bizzat komutanlarımızın kendileri için seçtikleri kod isimleriydi…

Daha sonra haberleşmede gizliliğin daha kolay oluşturulabilmesi amacıyla değişikliklere gidildi. Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı’nın örgütlenmesi, eğitim ve hareket esasları, gizli harekât tekniği açısından Amerikan modeli ile İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız direniş örgütünün yöntemleri dikkate alınarak düzenlenmişti. Bu örgütlenmeye göre her birim 5 kişilik hücrelerden oluşuyor; her hücre üyesi, yalnızca kendi hücresindeki beş kişiyi tanıyor ve bu hücreler diğer hücreleri veya personelini tanımazdı. Üst kademe ile irtibatı sağlayanlar ise sadece hücre liderleriydi. EOKA’nın örgütlenme yapısına bakıldığında Türk Mukavemet Teşkilatı ile aynı sistemi uyguladığı görülebilir. Grivas bu durumu şu örgütlenmeyi şu şekilde açıklamıştır;

Herkes sadece kendisini ilgilendiren hususları bilecektir, bundan başkasını değil. Her üye toplum içinde gözlerini ve kulaklarını dört açacak ancak ağzını sıkı sıkıya kapatacak ve EOKA’yı ilgilendiren her hususu bildirecektir” diyerek ifade eder.

Türk Mukavemet Teşkilatı’nın 1958 yılında kurulan ilk yapısı ‘’Otağ’’, ‘’Oba’’ ve ‘’Çadır’’ şeklinde üç kademeli olarak belirlenmişti. 5 kişilik hücreler ‘’Çadır’’, hücre üyeleri ‘’Arı’’, otağa bağlı köyden sorumlu birim de ‘’Oba’’ kapalı ismi adlandırılıyordu. Bu yapılanma ve verilen isimlerin politik çağrışımlar yapabileceği endişesiyle daha sonra sembollerde değişiklikler yapılmış, bunların yerine ‘’kovan’’, ‘’Petek’’ ve ‘’Oğullar’’ isimleri oluşturulmuştur. Her Oğul 5 Arı’dan oluşmuş, Otağ’ın yerine Kovan, Oba’nın yerine Petek, Çadır’ın yerine Oğul getirilmiştir.

1960 yılından itibaren Türk Mukavemet Teşkilatı 6 bölgede 6 birlik teşkil etmiş ve MağusaLefkeLarnakaBafLefkoşaLimasol sancaklarında 3-4 taburdan oluşan bir askeri güç oluşturmuştu. Her taburda 50’şer kişi olacak şekilde teşkilatlandırılmış ve eğitilmiş bir kuvvet bulunmaktaydı. İlerleyen tarihlerde bu 6 birlik çoğalarak 10 birliğe çıkacaktı. Her birliğin başında da ‘’Serdar’’ adı verilen komutanlar görev yapmaktaydı. Baf Serdarı, Magosa Serdarı, Lefkoşa Serdarı, Limasol Serdarı, Lefke Serdarı, Larnaka Serdarı olarak bilinen komutanların genellikle yırtıcı kuş isimlerinden olan “Şahin, Atmaca gibi” değişik kod adları bulunmaktaydı. Türk subayların Adaya gelmesiyle bilinçli ve disiplinli bir şekilde yetiştirilen Kıbrıslı Türkler tarafından oluşturulan örgütlenme tam bir mukavemet teşkilatı hüviyetine büründü. Türk Mukavemet Teşkilatı’nın komutanı olarak görev yapan kişi “Bozkurt” adıyla bilinmekte ve teşkilatın en üst düzey yöneticileri haricinde hiç kimse tarafından tanınmamaktaydı. Türk Mukavemet Teşkilatı lideri Bayraktar kod adı ile görev yapan Albay Ali Rıza Vuruşkan’a teşkilatın tesisinde yardımcı olmaları için Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş tarafından önerilen toplumun üst düzey aydın kişileri de büyük bir gizlilik ve disiplin içerisinde teşkilata kabul ediliyor ve çalışmaya başlıyorlardı. Teşkilata eleman seçimi ise büyük titizle yapılıyor ve özenle yapılan araştırma neticesinde teşkilata alınıyorlardı. 1958 ile 1967 yılları arasında Türk Mukavemet Teşkilatı bünyesinde Bayraktar olarak görev yapanlar, Ali Rıza Vuruşkan (Haziran 1958 - Haziran 1960), Şefik Karakurt (Haziran 1960 - Haziran 1962) ve Kenan Çoygun’dur (Ağustos 1962 - Temmuz 1967).

Yazının geri kalan kısmı ile birlikte daha fazla görsel ve video olan versiyonuna blog sayfamızdan ulaşabilirsiniz. (LİNK) (bkz. Historeal

 

Etiketler:
Historeal
Yazar / 6 Yazı / 14,3K Okunma

Tarihin tozlu sayfalarının arasında kalmış her şeye dair...


Yorum Yap

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

ya da üye olmadan yorum yap ve onaylanmasını bekle.
ÜST