Yazıya başlamadan önce uzunca bir aradan sonra sevgili okurlara merhaba demenin mutluluğunu taşıdığımı bilmenizi isterim. Sınav sebebiyle uzunca bir süre yazı yazamadım. Ancak sınavım bitti ve ben sahalara döndüm. :)
Bu yazımda bu sene Üniversite Sınavına girmiş bir öğrenci olarak Türkiye'deki mevcut eğitim sistemini öğrenci gözüyle yorumlamak, sınav öğrencisinin psikolojisinden dert yanmak istiyorum. Bundan sonraki yazılarımın bu minvalde olmaktansa daha yararlı bilgiler içeren yazılar olacağını da söyleyeyim ama ipucu vermeyeyim, bende kalsın :)
Yazıya geçmeden önce şunu belirtmekte fayda var; Üniversiteye ve Liseye geçişte uygulanan TYT-AYT ve LGS sınavlarını tanıtmakta gereksizlik görüyorum. Kısa bir google taramasıyla bu sınavlar hakkında bilgi alabilirsiniz.
Yazı boyunca sırasıyla eğitim sisteminin ne olduğundan, ne olması gerektiğinden ve sınav öğrencisinin psikolojisinden bahsedeceğim. Öyleyse başlayalım.
Genel bir bakış, eğitim sistemimiz
Eğitim sistemimiz tamamıyla ezbere dayanmaktadır. Sayısal, sözel veya eşit ağırlık bölümleri hiç fark etmeksizin ezber üzerinden yürümektedir. Buradaki kullandığımız "ezber" kavramından kasıt kelime ezberi, formül ezberi, yazar-eser ezberi dahil olmak üzere ancak salt onlardan değil; bilgiyi bilgi olarak görmeme, sınav anına kadar zihinde tutma dolayısıyla sınavdan sonra "Unutma", bu bilgileri "Boş" insanların kendilerine dert olarak çıkardıklarını düşünme durumlarını karşılıyor.
Üniversiteye giden öğrenciler dolu gitmiyor, belirli bir bilgi birikiminin üzerine çıkmak, bilgisini artırmak için değil; ortam peşinde koşmak için gidiyor. "Arkadaşlığın Matematiği" adlı bir kitapta Amerika'da lise öğretmeniyle öğrencisinin mektuplarından bahsediliyor. Mektupların konusu tamamıyla matematikten oluşuyor. Öğretmenle öğrencisinin tartıştığı soruları görünce hayret ettim. Bizim Üniversite öğrencilerimiz bu soruları çözmekte zorlanıyor. Örnek olsun diye aşağıya bir YouTube linki bırakıyorum, linkte kitaptan örnek bir sorunun çözümü var.
Bu bahsettiğimiz ve örneklerini çok daha fazla artırabileceğimiz durumdan da hiç azımsanamayacak derecede kalabalık insanlar rahatsız. Peki suçlu kim? Öğrenmeyle derdi olmayan, serserilik peşinde koşan öğrenciler mi, mesleklerini lekeleyen ve sırf para için bu işi yaptığını söyleyen öğretmenler mi, çocuklarının gelecekleriyle derdi olmayan aileler mi veya hem öğrencileri hem öğretmenleri baş belası bir sisteme maruz bırakan, okulda olması gerekirken işte olan çocukların ahının üzerinde olduğu sistem ve onun yöneticileri mi? Tabi ki de bu saydığım sebepler uzatılabilir, üzerine tartışılabilir ancak suç dört grubun da her birinin üzerindedir kanımca. Öğretmen-öğrenci-aile-yöneticiler, biz hepimiz bu tablodaki vahim durumdan sorumluyuz. Her bir grubun karşılıklı etkileşimi sayesinde oluştu bu tablo. Suçu paylaştırmak gibi bir derdim olmadı hiçbir zaman ve kendimi bu yetkinlikte görmüyorum, böyle bir derdimin olacağını da düşünmüyorum, bence çözüm üzerine daha çok kafa yormalıyız, etki alanımızı düşünmeden.
(Yukarıdaki paragrafta bahsettiğim durumda olmayan öğrenciler, öğretmenler, ve ailelerin alınmasına gerek yoktur, kastın onlar olmadığı açıktır.)
Nasıl bir eğitim olmalı?
Yukarıda da belirttiğim gibi ben kendimi yeni bir şeyler tavsiye edecek yetkinlikte görmüyorum ancak üzerinde özellikle durmamız gerektiğini düşündüğüm noktalar var, bunlardan bahsedeceğim.
- Öğrenme dediğimiz durum öğrenciyi bir makineye çevirmektense öğrenciye yeterli bilgiyi vermeli, üzerine düşünmesini sağlayacak sorularla uğraştırmalı ve sonunda o bilgiden yeni bir bilgi üretecek kadar yetkinliğe kavuşturmalıdır.
- Örnek vermek gerekirse Heron formülü ve Pisagor teoremleri öğrenciye bilgi olarak verildikten sonra, öğrenciden Heron formülünün içindeki Pisagor teoremini kendinin keşfetmesi beklenebilmelidir. Bu durumun aksine şu anda, yine aynı örnek üzerinden yürürsek, öğrenciler pisagor teoremiyle ilgili çıkmış bütün soruları çözerek, çıkabilecek tüm soruları soru bankalarından hatim ederek giriyorlar sınava, sonuç; sınavdan çıktıktan 2 ay sonra unutulan bilgiler, belki de hiç öğrenilmemiş bilgiler...
- Ben fazla kalabalık sınıflarda öğretmen-öğrenci ilişkisinin sağlıklı olabileceğini düşünmüyorum, ülke genelinde sınıf mevcudunun belirli bir sayının üzerine çıkması engellenmeli, buna dönük yatırımlar yapılmalı. Sınıf mevcutlarının belirli bir sayının üzerine çıkmasını engellemek demek, daha fazla okul demektir, daha fazla okul demek ise daha fazla öğretmen demektir, daha fazla öğretmen demek ise belki de atanamayan öğretmenler gibi büyük bir sorunun çözümü demektir.
- Belki hadsizce, büyük ihtimalle de çok uç bir örnek olacak ama ben mesleğini sevmeyen ve öğrenciye yararından çok zararı olan öğretmenlerin ayırt edilip meslekten uzaklaştırılması gerektiğini düşünüyorum.
- Memleketteki belli başlı eğitim fakülteleri haricinde çoğu eğitim fakültelerinin kapatılması gerektiğini düşünüyorum. Bu kadar atanamayan öğretmen varken hala daha mesleği öğretmenlik olacak olan insanları mezun etmenin ne manası var?
- Okullarda tabi ki bütün derslere önem verilmeli, ancak şu anda sadece 11.sınıflarda 2 dönem gösterilen felsefe dersinin öneminin artırılması ve müfredatının değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Pozitif bilimleri içerisinden çıkaran felsefeyi bilmek gerektiğini düşünüyorum. Hatta ben herkesin felsefe bilmesi gerektiğini düşünüyorum ya neyse, başka bir yazı konusu diyip geçelim :)
- Eğitim tamamiyle ücretsiz olmalı, öğrenme hakkı herkesin hakkıdır ve bunun için ücret talep edilemez. Ders kitaplarından hiç değilse kdv alınmamalı. Her sene başında devletin dağıttığı ücretsiz kitaplar herkes bilmekte ki tamamıyla kağıt israfı, sadece öğretmenlerimiz müfredatı görmek için veya bazı öğretmenlerimiz belirli konulardan sorulara bakmak için kullanıyorlar. Ya basımı durdurulmalı ya da içeriği düzeltilip zenginleştirilmeli.
Yarışan atlar değiliz! Sınav psikolojisi
En net şeyleri söylemekte zorlandığım konu bu olsa gerek, çünkü herkes farklı farklı çevrelere ve karakterlere sahip. Bu yüzden bu bölümü yazmadan önce değişik illerdeki, değişik çevrelerdeki bu sene sınava giren arkadaşlarımla konuştum.
Kanımca sınava giren öğrencileri başarılı ve başarısız diye ayırmayı doğru bulmuyorum. Sabahtan beri eleştirdiğimiz ve dert yandığımız bu sınav sisteminin yaptığı sıralama ne kadar sağlıklı olabilir ki? Bu yüzden belki bazılarınızın hoşuna gitmeyecek ama daha fazla makineleşen ve daha az makineleşen diye ayıracağım.
Daha fazla makineleşen öğrenciler
Daha fazla makineleşen öğrenciler genelde sene başından sonuna kadar üzerlerinde büyük bir baskı hissederler. Aile, akraba, arkadaşlar, öğretmenler herkes daha fazla makineleşen öğrencilerden bir şeyler beklemektedir. Bu çıkar ilişkisi değil, aksine güven ilişkisinin bir sonucudur ama öğrenciye yararı kadar zararı da olduğunu düşünüyorum. Tabi yararı da zararı da öğrenciden öğrenciye değişkenlik gösterir.
Yarar kısmında öğrenci "Demek ki bana güveniliyor, demek ki bende bir şey var ki böyle söylüyorlar, az daha çalışıp bu işi halletmeliyim" diye düşünebilir.
Zarar kısmında ise öğrenci "Herkes benden çok şey bekliyor, ya kazanamazsam, ya hedeflerime ulaşamazsam? O zaman beni seven, bana güvenen insanlar beni sevmeyecek, bana güvenmeyecek mi?" şeklinde düşünüyor.
Eğer çok rahat bir insan değilseniz, kaçış yok, stres var olacak.
Daha az makineleşen öğrenciler
Daha az makineleşen öğrenciler daha az ezber yapmak yerine daha sosyal olan, ya da daha fazla makineleşen öğrenciler sınıfına geçmek istemesine rağmen bunu başaramayan -Ki başarmak kolay değildir çünkü masa başına oturup saatlerce kalkmamak alışkanlık ve zaman isteyen bir durumdur- öğrencilerden oluşuyor.
Daha az makineleşen öğrenciler kendilerini başarısız olarak görürler, kimileri ben bu yolu seçtim deyip kendilerini motive de etse, sınava az zaman kaldıkça yani gerçekler daha çok deniz üstüne çıktıkça stres olurlar. Çevrelerindeki bazı kişiler, ki bu genellikle aile veya öğretmenler olur, okumazsan "Sürünürsün" fabrikalarda, inşaatlarda derler. Düşünebiliyor musunuz bunun oluşturacağı stresi? Bu dönemdeki öğrenciler daha az makineleşmenin sistemsel bedelini öderler.
Büyük bir yıkıntı, çökmüş eğitim sistemi
Türkiye'de eğitim fiili anlamda çökmüştür. Bu yazıda sadece Üniversiteye ve Liseye geçiş sınavlarından ve liselerin durumlarından bahsedilse de Türkiye'de akademide de tam bir çöküş hakimdir. Bu kuyudan çıkış için yapılacaklar bellidir; ilk önce sorunlar nokta atışı olarak tespit edilmeli, Dünyadaki başka örnekler incelenmeli ve çözümler bir an önce uygulamaya dökülmelidir. Bunları kimler yapacak? Yapacak insan grubu Türkiye'de mevcut ama ilk önce onlara şans verilmeli. Bizden büyüklerin bizlere karşı sorumlulukları vardı, yapamadılar; bizden küçüklere karşı da bizim sorumluluklarımız var. Onlar da bizim gibi olmasınlar diye yapmalıyız bunu, geleceğimiz için.