Loading

Umutsuzluk Nedir?

"İçsel Fırtınalar ve Sessizlik Anları"

Abstract Art


“Dünyanın kum saati boşaldı ve yüzyılın tüm gürültüleri sustu, çılgın ve kısır çabamız bitti. Her şey sessizlik içindedir artık. Başın ister tacın pırıltısını taşısın, ister yalnızca basit insanların arasında kaybolsun, ister günlerin sıkıntılarına ve alın terlerine sahip ol, ister Dünya durduğu sürece ünün yücelsin eğer yaşamın umutsuzluğu taşıyorsa gerisinin hiçbir önemi yoktur. İster zaferler ister yenilgiler söz konusu olsun senin için her şey kaybedilmiştir. Sonsuzluk seni içine almaz, seni kendi ben'ine, kendi umutsuzluğuna çivilemiştir.”

Soren Kierkegaard/Ölümcül Hastalık Umutsuzluk

  Konumuz umutsuzluk. Bir duygu olarak bir kavram olarak insanlığın varoluşundan bu yana tartışılan umudun zıttı olan duygu… Psikiyatri dünyasında depresyonun tanımlayıcı bir kriteri olarak karşımıza çıkan  umutsuzluk ve karamsarlık tarih boyunca insanlığın ortak tartışma konularından biri olmuştur. Varlık ve yokluk, inanç ve kimlik kavramları  üzerinden günümüzde varoluşsal sentez devam etmektedir. Anlam arayışı farklı perspektifler üzerinden ele alınmakta ve insanlığın ortak mirası olan bilgi sanata, felsefeye dönüşmektedir. Bu sonsuz birikimi değerlendirmek amacıyla umutsuzluğu ele alırken mitoloji, felsefe ve sinema dünyasına açılacağız. İnsan medeniyetin ortak birikimlerinden yararlanarak bu ağır duygunun çözümlemesini yapacağız.

Pandora’nın Kutusu:

 Antik Yunan Mitolojisinde yer alan ünlü efsaneye göre insanoğlunun yer yüzünde huzur içinde yaşadığı, kötülüğün, acının, hastalığın olmadığı dünyadaki ilk günlerden bahsedilir. Ve tanrılar tarafından kadın yaratılır. Dünyada sınırsız hüküm sürecek olan aşkın, erdemin, umudun ve nihai duyguların sonsuz kombinasyonlarını içinde barındıran bu canlı zıttı vasıtasıyla anlam bulmuş ve tamamlanmıştır. Tanrılar tarafından bu kadına nice hediyeler bahşedilir; İncelik, zarafet, güzellik, huzur…Hatta Tanrı Zeus tarafından kıskançlık...Adını Tanrıların Hediyesi anlamına gelen “Pandora” koyarlar.   Güzeller güzeli Pandora Epimetheus ile  evlenir.  Bir gün yoldan geçen bir yolcu elinde büyük bir kutu taşımaktadır. Yorgun ve bitkin haldeki adam Pandora’nın yanına gelir ve kutusunu ona emanet eder. Acil bir yere varacağı bahanesiyle kutuyu Pandora’ya veren yolcu kılıklı Hermes’ten başkası değildir. Pandora emanete sahip çıkacağına söz vermiştir fakat içini kemiren merak duygusuyla baş edemez. Bu sihirli kutu ellerinin arasındadır ve basitçe ilmeğini çözerek içine bakmasından onu alıkoyacak hiçbir şey yoktur. Kutuya eğilir ve içinden “Pandora, ne olur bizi buradan çıkar.” sesleri  geldiğini duyar. Merak onu ele geçirir ve düğümü çözer kutuyu araladığı anda içinden fırlayan küçük canavarlar etrafını sarar ve onu ısırmaya başlar. Pandora ve Epimetheus kutudan etrafa dağılan bu firari canavarlar tarafından bir güzel hırpalanır. Aslında bu canavarlar o güne kadar dünyada olmayan acı, keder, kötülük, hastalık, hırs ve umutsuzluk duygularıdır. İyiliğin ve güzelliğin zıttı ne varsa içindedir ve mutluluğu kemirmek için artık dünyaya dağılmıştır. Pandora ve Epimetheus  sonrasında kendilerini tekrar kapalı kutunun başında bulurlar içeriye kulak verirler. İçeride kadife sesli biri yalvarırcasına “Pandora ne olur beni buradan çıkar.” diye seslenmektedir. Bu sese karşı durmak neredeyse imkansızdır. Pandora kutuyu açar ve beyaz bir yaratık kanatlanarak uçar. İşte bu “Umut”tur. Pandora’nın kutusuna kötülüğün panzehiri olarak konulmuş o büyülü duygu… Kutudan kaçıp evrene dağılan hırsın, kibrin ve umutsuzluğun peşinde koşacak ve kanatlarını çırparak her acının, hastalığın ve kederin iyileştirici gücü olmaya çabalayacaktır.

  Anlatılan mitolojik hikayeye göre umutsuzluk onu ortaya koyan tüm olumsuzlukların bileşeni olarak umudun zıttı olması yönüyle ele alınmıştır. Acı, hüzün, hastalık, depresyon ve ruha azap veren her türlü engel umutsuzluğu içermektedir. Umut ise tüm bu zorluklara karşı mücadele etme gücünü içinde barındıran bir çekirdektir. Girdiği yürekte filizlenerek bir ağaca dönüşme gücüne sahiptir. Çorak bir toprağı ıslatarak susuzluğunu gidermek ve çorak bir kalbi iyileştirmek umutla mümkündür. Umudu kazanabilmek için zıttı olan umutsuzluğu aşmak gerekir. Umutsuzluk modern insanın ben aslında mutluyum çığlıkları arasındaki gizli acısıdır. Ünlü Düşünür Kierkegaard'ın deyimiyle ölümcül bir hastalıktır.

Kierkegaard'a Göre Umutsuzluk Nedir:

   Kierkegaard, anlaşılması oldukça zor bir filozoftur. Varoluşçuluğun başarılı temsilcilerinden biri olan filozof, insanı umutsuzluğun pençesinde bir varlık olarak tanımlamıştır. Onun umutsuzluğunun sebebi ise varlığının ta kendisidir.

“İnsan, sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezidir, kısaca bir sentezdir. Sentez iki terimin ilişkisidir. Bu görüş açısından ben, hâlâ varolmamıştır. “

 Benlik kendini oluşturan bu sentezle kurmuş olduğu ilişki sonucu var olmaktadır. Kendi olmak ve  benliğini ortaya koymak sürecinde öze dönüş bu kavramların arasında benle iletişim kurmayı gerektirir. Varoluşçuluğun ünlü düşünürü  Kierkegaard; benliğin kendisini oluşturan bu sentezle kuracağı dengeli bir iletişim sonucu inşa edilebileceğini ve bu sürecin umutsuzluk duygusunu içinde barındırdığını ifade eder. Aslında insanı umutsuzluğa hapseden kendini gerçekleştirme sürecinde doğasında var olan zıtlıklar arasında sıkışmasıdır. Kierkegaard’a göre Umutsuzluk modern psikiyatrinin söylediğinin aksine ben’den uzaklaşma, uyumsuzluk sebebiyle değil aksine ben’le ilişki kurma sebebiyle ortaya çıkar. Her şeyden öte bir çabadır ve içinde yoğun bir umut taşır. Kurtulmak için direnç gösterilmesi, tehdit olarak algılanması gereken bir duygu değil dengeyi sağlayarak inançla sağaltılması ve hayatın anlamını inşa etmesi yönüyle herkesin deneyimlemesi kaçınılmaz olan duygudur. Bunun ne kadar ağır bir sorgulama süreci olduğu ve benle iletişim kurma sürecinde insanın yaşadığı hiçlik duygusu kitapta şu cümlelerle aktarılır.

  Bir hastalıktan ölme gibi umutsuzluktan ölünmesi için, bu hastalığın vücutta yaptığının, içimizde oluşması, ben'deki ebedîliğin ölmesi gerekir. Bu sadece bir kuruntudur. Umutsuzluktaki ölüm sürekli yaşama döner. Umutsuz olan ölemez; "düşünceleri öldürmek için bir hançerin hiçbir değerinin olmaması" gibi, ölümsüz solucan, söndürülemez ateş olan umutsuzluk hiçbir zaman kendi dayanağı olan ben'in sonsuzluğunu yok edemez.

Umutsuzluğun acı yanı sonucunda ölüm vadetmeyen bir ölümcül hastalık olmasındadır. Çünkü her ne kadar inkar etse de umutsuzluk ben’ini inşa eden sonsuzluğu ortadan kaldıramaz. Bu ise ruhu felce uğratan sonsuz bir ölüm anlamına gelir. Bu iç karartıcı meseleler yaşamın özünü teşkil eder ve nispeten konuşulup tartışıldığı düzeyde zihnin karmaşasını gidermeye yardımcı olur.  Kitabın 3.kısmında Umutsuzluk çeşitleri detaylı biçimde ele alınmıştır. Bu kavram, sonsuzluk, zorunluluk ve bilinç temalarının varlığı ve yokluğu üzerinden tartışılır.  Sonsuzluğun umutsuzluğunda birey sonsuza yönelmiştir. Sonlu bir bedenin olduğu yadsındığı için dengesizlik meydana gelir ve umutsuzluğa düşülür. Bu tür umutsuzluğa meyilli insanlar hayalperesttir. Sonsuzluğun ve düşüncelerin içinde kaybolmuştur. Zamanla kendinden uzaklaşan birey hayallerle beni tüketir. Somut gerçekliği ihmal ederek soyut olana hapsolur. Bu tür insanlar benliğini kaybederek büyük bir umutsuzluğa bürünür. Teorinin tam tersine göre de sonlunun umutsuzluğundan bahsedilir. Sonsuzlukla bağların tamamen kopması ve somut olanın esiri haline gelmeyi tanımlar. Sonsuzun içinde kaybolanın umutsuzluğu bu sefer sonlunun içinde tükenmeye dönüşür. Hayat için önemsiz olan sonlu bağlara sonsuz anlamlar yükleyerek benle olan irtibatını sonlu sonsuz sentezi içindeki varlığı üzerinden yitirir. Ben olmak dengeyi muhafaza etmektir. Dünyevi olana önem vererek kalabalıkların bir parçası haline gelen ve sonsuzla ilişkisini koparan birey sonlu için sonsuzu, beden için ruhunu feda etmiştir.

  Varlığın ikinci sentezi olasılık ve zorunluluktur. İkisinden birinin eksikliği yine bireyi umutsuzluğa düşürür. Zorunluluklar insanın elinde olmayan ve kendisine tercih hakkı sunulmamış varoluş biçimi olarak açıklanabilir. Ailesi, vatanı, cinsiyeti iradesi dışında tayin olmuş birer zorunluluktur. Ayrıca yaşamı kısıtlayan evrenin değişmez kanunları, insan medeniyetinin kuralları birer zorunluluktur. Bireyler bu yasalar içinde var olmak ve benliğini inşa etmek zorundadır.  Zorunluluğun eksikliğinden doğan umutsuzlukta bireyde her şeyin kendi arzusuna göre şekillenmesi isteği gelişir. Bu da tüm olasılıkları mümkün kılan bir hayalden ibaret olur. Ben, dengeyi kaybettiği için umutsuzluğa düşer. Bunun tam tersi de olasılığın eksikliğinin umutsuzluğudur. Hayattaki tüm olasılıkların yok sayılması ve sınırlara hapsolunmasıyla gerçekleşir. Umut tamamen yok olmuş ve kişi kabuğunun içine hapsolmuştur. Sonsuzlukla ve olasılıkla olan bağı tamamen kaybolmuştur. Bu tür umutsuzluk derin bir inançsızlıktır. Ben zorunluluk ve olasılık arasında denge kurduğu sürece umutsuzluktan kurtulur. Kierkegaard, zorunluluğu sessiz harflere olasılığı ise dile benzetir. Her ikisinin eksikliğinde de ifade biçimi körelir. Ben’in sesini çıkarabilmesi için kendisini oluşturan bu iki kavramı denge içinde yönetmesi gerekir.

  Üçüncü sentez ise bilinç ve bilinçsizliktir. Bilinçsizlikten meydana gelen umutsuzluk tüm umutsuzlukların en aşağı derecesidir. Çünkü kişi umutsuz olduğunun farkında değildir. Benini inşa edecek olan sürece yükselmesi ve bilinç kazanması, sonsuzla iletişim kurması mümkün değildir. Bu kişiler umutsuzluğun pençesi arasında olduğunun farkında olmayanlardır. Eğer birisi ona umutsuz olduğunu hatırlatırsa ona düşman kesilir çünkü mutluluğunun katili olarak görür. Dünyada en çok rastlanan umutsuzluk çeşididir. Eğer bilinç kazanılmışsa iki tür umutsuzluktan söz edilebilir. Kendi olmayı istemeyen, zayıflığın umutsuzluğu ve kendi olmayı isteyen meydan okumanın umutsuzluğu. Zayıflığın umutsuzluğunda kişi hazza veya depresyona meyleder. Meydan okumanın umutsuzluğunda ise ben’ini kendi başına inşa etme çabası ön plandadır. Kişi sonsuz olanla, Tanrıyla irtibatını kesmiştir. Fakat Kierkegaard’a göre inancı reddetmek umutsuzluğun içine hapsolmak demektir. Zira insanı umutsuzluktan kurtaracak olan inançtır. İnanç eksikliğini de günah olarak tanımlayarak umutsuzluğun sağaltımının sonsuz olana dönüşle, ve teslimiyetle olacağını iddia etmektedir.

Peki umutsuzluk salt olumsuz mudur? Aslında değildir. Bu duygu ben’i inşa etme sürecinde kilit öneme sahiptir. Bu acıyı çekmek sonsuza olan dönüşü ruhtaki dengeyi yakalamayı sağlar. Birey acı çekmesinin gerekliliğiyle umudun olasılığını şekillendirir. Bu durum kişiyi, içinde bulunduğu korkunç bataklıktan çıkmak için çözümler üretmeye, gelişmeye iten acımasız bir okuldur. Benliğin ızdırabını diyalektik üzerinden ortaya koyan ve varoluşa anlam katan bir duygudur umutsuzluk. Umudun anahtarıdır. Acıyla mesafe kateden insanoğlunu konfordan ve rahattan alıkoyan, ayağına batıp kanatan bu diken pek çok avantajı içinde barındırır. Bunu kanıtlamak isterseniz de tarihe insanlığın yıldızının parladığı anlara bakmak gerekir. Zira savaşların ve katliamların içinde ivme kazanarak günümüzdeki formuna kavuşan bir teknolojinin ekmeğini yiyoruz. Milyonlarca kişinin  ölümüne yol açan veba salgınının ardından feodalizm sarsılmış ve  toplum sanata, bilime ve tıbba yönelmiştir. Sanatçılar, en umutsuz dönemler içerisinde ölümsüz eserler ortaya çıkarmıştır. Edebiyat, Sinema ve Teknoloji hep olumsuzluklar ve yıkımlar içinde gelişir.

Kirazların Lezzetini Bırakmak Mı İstiyorsunuz?

   Bireyin sancıları sonucu inşa ettiği beni, tarihin pek çok döneminde nice umutsuzluklardan  umut doğuran insanlığın kaderinden farksız değildir. Umutsuzluk insanı hapseden bir kafes değil olgunlaşma ve potansiyelini gerçekleştirme yolunda bir fırsattır. Bu fırsatı görememek ve nihayetinde olumsuza odaklanmak zihnin çarpıtmasından ibarettir. Düşüncenin zehirli gücü bireyi umutsuzluk içinde depresyona ve öz kıyıma kadar götürebilir.  Meşhur bir filmde gün doğarken dut bahçesine kendini asmaya giden bir adam hikayesini anlatmaktadır:

“ -İpi bir ağacın dalı üzerine attım ama tutturamadım. Bir kere, iki kere denedim, ama kâr etmedi. Ardından ağaca tırmandım ve ipi sımsıkı düğümledim. Sonra elimin altında yumuşak bir şey hissettim, dutlar. Lezzetli tatlı dutlar. Birini yedim, taze ve suluydu. Ardından bir ikincisini, üçüncüsünü. Birdenbire güneşin dağların zirvesinden doğduğunun farkına vardım. O ne güneşti! Ne manzaraydı! Ne yeşillikti ama! Birdenbire okula giden çocukların seslerini duydum. “Ağacı sallar mısın” diye seslendiler. Salladım, dutlar düştü ve yediler. Kendimi mutlu hissettim. Ardından alıp eve götürmek için dut topladım. Gittiğimde hanımım hâlâ uyuyordu. Uyandığı zaman dutları güzelce yedi. Kendimi öldürmek için ayrılmıştım ve dutlarla geri geldim beyim! Bir dut hayatımı kurtardı.”

– Dutları yediniz, eşiniz de yedi. Sonrasında her şey düzeldi öyle mi?

-– “Hayır, her şey düzelmedi, ama ben değiştim. Böyle olunca elbet her şey değişmeye başladı. Çünkü düşüncelerim değişmişti.”/ Ve sonrasında devam eder:

“– Sabah uyandığınızda hiç gökyüzüne baktınız mı? Şafakta güneşin doğuşunu izlemek istemez misiniz? Günbatımında, güneşin kırmızısını ve sarısını artık daha fazla görmek istemiyor musunuz? Dolunaylı geceyi yeniden görmeyi istemez misiniz? Gözlerinizi kapatmak mı istiyorsunuz? Kirazların lezzetini bırakmak mı istiyorsunuz?” Kirazın Tadı/1997

  Özkıyım düşüncelerinin eşlik ettiği durumlarda birey, hayatla son bir kontak kurma çabası içine girer ve belirli yardım çağrıları iletir. Bu hikayede lezzetli bir dutu yeme deneyimi, okula giden çocuklar için ağacı sallayarak dutları düşürmesi, onların mutluluğunu paylaşması bir çıkmazın içinde yaşamla kurulan anlamlı bir diyaloğa dönüşmüştür. Burada insanı yıkıma götüren umutsuzluğun, düşüncenin değişmesiyle ve sonsuz olanla kurulan bağla nasıl da yaşama sevincine dönüştüğüne şahit oluyoruz. Biz ne kadar büyük bir umutsuzluk içinde olsak ta görülmeyi bekleyen manzaralar, yenilmeyi bekleyen meyveler vardır.  Hayatı engelleri aşarak denge içerisinde yaşamak ve düşünceyi şekillendirerek dünyanın sonsuz mutluluğundan nasiplenmek insanoğlunun başarması en  zor sınavıdır. Umutsuzlukla hemhal olan ruhlarımıza yaşam enerjisini kazandırmak tıpkı hayatın kendisi gibi pamuk ipliğine bağlıdır. Tüm acılardan  arınıp zorlukları aşarak sonsuz ve sonlu, olasılık ve zorunluluk, bilinç ve kendilik dengesi içinde varoluşun özünü inşa etmek mümkündür. Zira onun içinde sonsuzun kudreti, olasılığın çeşitliliği vardır. Potansiyelini ortaya çıkarabildiği noktada umutsuzluk ölümcül hastalık olmaktan çıkıp farkındalığa dönüşür. Umutsuzluğu yenen kişi, tanın kızıllığını, yıldızları çiçekleri bir gün daha görmek aşkıyla ve güneşin doğup batışına eşlik etme tutkusuyla yanıp tutuşur. Varoluşun örseleyen acısını aşmak varlığın sonsuz güzelliğinin farkına varmaktır. Umutsuzluk, korkuyla mücadele etmek değil sevgiyle umuda varmak, var olmaktır. Bu yazıda  mitoloji, felsefe ve sinema bağlamında ele alınan hikayeler  dışardan bir trajedi  gibi görünse de özünde umudun ve yaşama tutkusunun destanıdır.

 

 

 

Yaşar Aydıner
Standart Üye / 20 Yazı / 111,2K Okunma

Kısa hikaye yazarı


Yorum Yap

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

ya da üye olmadan yorum yap ve onaylanmasını bekle.
ÜST