Loading

Veda, Sevda Üzerinde mi Olur?

Sevda ve veda

 

Veda, Sevda Üzerinde mi Olur?

Veda, sevdanın gölgesinde büyür. Her ayrılış, bir sevdanın izini taşır; çünkü insan, sevmediğine el sallamaz, sevmediğini uğurlamaz, sevmediğini beklemez. Veda, bir sevdanın son cümlesidir belki de—yarım kalan bir şarkının son notasına benzer. Sevdasız vedalar yok mu? Elbette vardır. Ama onlar sessizdir, iz bırakmaz, hatırlanmaz. Bir yabancının gidişi gibi geçer gider. Oysa sevda ile örülmüş bir veda, zamanın içinde yankılanır, bir ömür boyu içimizde konuşur.

Bir annenin çocuğunu askere uğurlarken gözünden süzülen yaş, bir sevgilinin tren garında elini son kez tutarken içinden geçen dua, bir dostun uzak diyarlara göçerken sarf ettiği “kendine iyi bak” cümlesi… Bunlar sevdalı vedalardır. Her biri bir hikâyedir, bir mevsimdir, bir iç çekiştir.

Sevda, vedayı anlamlı kılar. Onsuz veda, sadece bir bitiştir. Ama sevda varsa, veda bir başlangıca dönüşür. Hasretin, özlemin, hatırlamanın başlangıcı... Çünkü sevda, ayrılığı bile güzelleştirir. Gidenin ardından kalan bir koku, bir ses, bir cümle olur. Ve insan, o vedayı yaşadıkça sevdayı yeniden duyar.

Belki de veda, sevdanın en yüksek perdesidir. En çok orada titrer sesimiz, en çok orada susar gözlerimiz. Çünkü sevdalı bir veda, sadece gitmek değildir. Aynı zamanda kalmaktır. Birinin içinde, bir anıda, bir şarkıda kalmaktır.

 

Bir veda, bazen bir kapının önünde başlar. Ayakkabılar dizilidir, çay soğumuştur, ama kimse kalkmak istemez. Çünkü kalkmak, gitmektir. Gitmek, vedadır. Ve veda, sevdanın en sessiz çığlığıdır. O an, herkes susar. Ama suskunlukta bir sevda konuşur. “Kal biraz daha,” der gözler. “Gitme,” der masa örtüsünün kıvrımı. “Sen gidince burası eksik kalacak,” der duvardaki saat.

Sevdasız vedalar da olur, evet. Ama onlar rüzgâr gibi geçer. Ne bir iz bırakır ne bir hatıra. Oysa sevdalı vedalar, bir ömür taşınır. Bir mendile sarılır, bir şarkıya gizlenir, bir gün ansızın hatırlanır. Bir sokak köşesinde, bir kokuda, bir cümlede yeniden yaşanır.

Bir baba, kızını evlendirirken vedalaşır. Ama o veda, bir sevdanın büyümesidir. Bir öğretmen, öğrencisini mezun ederken vedalaşır. Ama o veda, bir sevdanın meyvesidir. Bir çocuk, ilk kez yalnız uyuduğunda bile bir vedadır annesine. Ama o veda, bir sevdanın cesaretidir.

Veda, sevdayı büyütür. Çünkü ayrılık, sevdayı sınar. Gidenin ardından kalan, sevdanın ne kadar derin olduğunu anlar. Ve bazen, en büyük sevda, en sessiz vedada gizlidir. Hiçbir şey söylemeden gitmek... Ama her şeyi söylemiş gibi kalmak.

 

Bazen bir veda, “hoşça kal”la değil, bir “hayır”la başlar.

Hayır, gitme.

Hayır, şimdi değil.

Hayır, bu böyle bitmemeli.

Ama o hayır, çoğu zaman duyulmaz. Çünkü veda, kulakla değil, kalple yaşanır. Ve kalp, hayır dediğinde bile susar. İçten içe bağırır, ama dışarıya sadece bir bakış, bir duraksama, bir eksik cümle yansır.

Sevda, hayır’ın içinde saklıdır. Çünkü hayır, bir reddediş değil, bir tutunma biçimidir. Gitmek isteyenin koluna hafifçe dokunmak gibi. “Kal” demeye cesaret edemeyen birinin, “hayır” diyerek zamanla pazarlık etmesi gibi. O hayır, bir sevdanın son direnişidir. Gitme, çünkü seni seviyorum. Gitme, çünkü sen gidince ben eksileceğim.

Ama veda, bazen hayırları aşar. Gider. Ardında hayırlarla dolu bir oda bırakır. O odada sesler yankılanır: “Hayır, o gün gitmeseydi.” “Hayır, ben daha söyleyecektim.” “Hayır, bu böyle olmamalıydı.” Ve insan, o hayırlarla yaşar. Onları bir mendile sarar, bir şarkıya gizler, bir gün ansızın hatırlar. Çünkü sevdalı bir hayır, unutulmaz. O, bir vedanın en kırılgan yeridir. En çok orada acır içimiz. En çok orada kalırız. Veda, sevda üzerinde olur. Ama bazen sevda, sadece bir “hayır”da kalır. Söylenmiş ama duyulmamış, hissedilmiş ama yaşanamamış bir hayırda, vesselam.

Mehmet Aluç

 

Etiketler:
Mehmet Aluç
Standart Üye / 7 Yazı / 2,0K Okunma

Ben Mehmet Aluç 1962 Malatya doğumluyum, Ankara da ikamet etmekteyim 2002 yılından bu yana, kamuda işçi iken tayinimin çıkması sonucunda sevdiğim Ankara’ya geldim ve hala buradayım. İlk ve orta öğrenimimi pekiyi derecede bitiremesem de 1970 ve 1980 yıkına kadar hikâye roman okuma konusunda birinciydim diyebilirdim. Okumadığım Kemalettin Tuğcu hikâyesi kalmamıştır, o yılların romanlarını aşk romanı yazarı Kerime Nadirin eserlerini, hele çizgi roman Tarkan’ı her hafta, onun akabinde Teksas, Tommiks diğerleri Gırgır, hafta sonu, ses, hayat dergisi her hafta hiç aksatmadan okurdum. Öğrenimimi bunlarla bitirdikten sonra, yazma sevdam kamuda çalıştıktan ve emekli olduktan sonra başladı. İçimde biriken edebi eserlerin demlenmesi bir 35 yıl sürdü. İçimde birikenleri kaleme döktükçe, tekrar okumaya şiir öykü denemeler yazmaya başladım. En çok kendimi şiirle ifade etmeye başladım diyebilirim. Evli ve dört çocuk babasıyım. Her edebiyat platformuna şiirler öykü hikâyeler denemeler yazmaktayım kendimi ifade etmekten ziyade gönüllere seslenerek içinde gezerek bir mana bulmak için, manayla dost kalabilmek için.


Yorum Yap

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

ya da üye olmadan yorum yap ve onaylanmasını bekle.
ÜST