Loading

Kırışıklık Kremleri: Gerilen Zaman, Sarkmış Umutlar

Kırışıklık Resmi

Kırışıklık kremleri... Küçük bir tüpün içinde sıkıştırılmış büyük bir vaat: zamanı durdurmak. Her sabah aynanın karşısında, parmak uçlarıyla yüzüne krem süren kadın, aslında zamanı geriyor. Cilt, o kremle birlikte gerginleşiyor, düzeliyor, düzeltiliyor. Ama ne kadar? Ne zamana kadar?

Benim teorim şu: bu kremler, cildi geçici olarak gererek kırışıklıkları azaltıyor ama aynı zamanda o deriyi, o dokuyu, o yaşanmışlığı çeke çeke yoruyor. Ve bir gün, o gerginlik bırakıldığında, cilt daha da sarkıyor. Çünkü zaman, sadece ileri gitmiyor; bazen geri çekiliyor, sonra birden bırakıyor. Tıpkı bir lastik gibi. Tıpkı umut gibi. Kırışıklıklar, bir kadının yüzünde yalnızca yaşın değil, hayatın izleridir. Gülüşlerin, uykusuzlukların, bekleyişlerin, kayıpların ve sevinçlerin haritası. Ama biz, insanoğlu—en çok da kadınlar—bu izleri silmek için uğraşıyoruz. Çünkü bize öğretilen şu: gençlik güzelliktir, güzellik değerdir, değer ise varoluşun ta kendisidir. Oysa belki de kırışıklıklar, zamanla yapılan bir anlaşmadır. “Ben seni yaşatacağım,” der zaman, “ama iz bırakacağım.” Biz ise bu izleri silmeye çalışırken, belki de kendimizi siliyoruz. Her krem, her serum, her estetik müdahale, bir parçamızı daha görünmez kılıyor. Peki ya kırışıklıklar, bir direniş biçimi olsaydı? Zamanın geçişine karşı değil, onunla birlikte var olmanın bir yolu? Belki de en güzel yüz, en çok yaşanmış olan yüzdür. Belki de sarkmış bir cilt, gerilmiş bir hayattan daha dürüsttür.

 

Reklamlar bize ne diyor? “Yaşlanma belirtilerini durdurun.” Sanki yaşlanmak bir hastalık, bir hata, bir utançmış gibi. Oysa yaşlanmak, var olmanın en dürüst biçimi. Her çizgi, bir anı. Her sarkma, bir teslimiyet. Her leke, bir tanıklık. Ama biz, özellikle kadınlar, bu tanıklığı silmeye zorlanıyoruz. Genç kalmak, taze görünmek, ışıldamak... Bunlar yalnızca estetik değil, sosyal bir zorunluluk haline geliyor. İş görüşmelerinde, ekran karşısında, sokakta yürürken... Cildimiz, bir CV gibi okunuyor. “Bu kadın ne kadar genç görünüyor?” sorusu, “Bu kadın ne kadar değerli?” sorusuyla eşleşiyor.

Kırışıklık kremleri, bu sistemin küçük ajanları. Cildi geriyorlar, ama aslında biz geriliyoruz. Her sabah aynanın karşısında, zamanla pazarlık yapıyoruz. “Bugünlük beni biraz daha genç göster,” diyoruz. Ama zaman, pazarlık kabul etmiyor. O sadece iz bırakıyor. Ve biz, bu izleri silmeye çalışırken, belki de kendimizi silmeye başlıyoruz. Anneannemin yüzü geliyor aklıma. Yanaklarında derin çizgiler, göz kenarlarında ince çatlaklar... Ama o çizgilerde bir ömür var. Gençliğini, anneliğini, kayıplarını, bayram sabahlarını, düğünleri, hastane koridorlarını, sabah ezanlarını taşıyor. O yüz, bir roman gibi. Her kırışıklık bir cümle. Her sarkma bir paragraf. Ve biz, bu romanı “düzeltmeye” çalışıyoruz. Belki de kırışıklık kremleri değil, kırışıklıkların kendisi güzeldir. Çünkü onlar, yaşanmışlığın izidir. Ve yaşanmışlık, en büyük estetik değerdir.

 

(Ayna karşısında. Kadın, yüzüne krem sürerken konuşur.)

Küçük bir kutu. İçinde ne var? Gençlik mi? Unutulmuş bir yaz mı? Yoksa sadece biraz mentol, biraz parfüm, biraz umut mu?

Her gece aynı çaba. Al, sür, bekle. Sanki zamanla pazarlık ediyorum. “Bir gün daha ver bana,” diyorum. “Bir çizgiyi daha sil.” Ama zaman gülüyor. Sessizce. Alttan alta. Çünkü o bilir: ne kadar silersen, o kadar derinleşir iz.

Bu krem... Beni geriyor. Cildimi değil, ruhumu. Her sürüşte biraz daha çekiyorum kendimi. Gençliğime, anneme, ilk aşka, ilk kayba... Hepsi bu yüzün bir yerinde. Ama ben onları düzleştirmeye çalışıyorum. Sanki yaşanmışlık bir hata gibi.

(Aynaya yaklaşır.)

Şu göz kenarındaki çizgi... Hatırlıyorum, o gece çok ağlamıştım. Bu alın çizgisi... O sabah çok gülmüştüm. Dudak kenarındaki kırışıklık... O yaz, çok konuşmuştum. Hepsi birer iz. Birer tanık. Ama ben, tanıkları susturuyorum. Kremle. Estetikle. Işıkla.

Neden? Çünkü bana öğrettiler: genç görünmek, değerli olmaktır. Çünkü bana söylediler: yaşlı kadınlar görünmez olur. Çünkü bana fısıldadılar: kırışıklık, zayıflıktır.

Ama ben yoruldum. Gerilmekten. Saklamaktan. Silmekten.

Belki de bırakmalıyım. Belki de bu yüz, olduğu gibi kalmalı. Belki de zamanla savaşmak yerine, onunla dans etmeliyim. Her çizgiyi bir adım gibi. Her sarkmayı bir dönüş gibi. Her lekeyi bir nota gibi.

(Aynaya bakar, gülümser.)

Çünkü ben yaşadım. Çünkü ben hâlâ yaşıyorum. Ve bu yüz, bir hikâye. Silinmemeli. Okunmalı.

Bir düğün fotoğrafı. Kadının yüzü pürüzsüz, ışıkla yıkanmış gibi. Gözleri parlıyor, dudakları gergin bir gülümsemeye kilitlenmiş. O gün, herkes “ne kadar güzel” dedi. Ama kimse “ne kadar mutlu” demedi. Çünkü güzellik, mutluluğun önüne geçer bazen. Hele ki kadınsan.

O fotoğraf şimdi bir çekmecede. Yanında kırışıklık kremi. İkisi de aynı şeyi yapıyor: zamanı dondurmaya çalışıyor. Ama zaman, buz tutmaz. Sızar. Çekmeceden, aynadan, krem kutusundan... Sızar ve yerleşir. Cilde değil, hafızaya.

Kadın bedeni, bir arşivdir. Her kırışıklık, bir belge. Her sarkma, bir kayıt. Her leke, bir dipnot. Ama biz bu arşivi sansürlüyoruz. Kremle, makyajla, filtreyle. Çünkü kolektif hafızamızda “yaşlı kadın” figürü, sessizdir. Görünmezdir. Oysa o figür, en çok şeyi bilen kişidir. En çok şeyi taşıyan. En çok şeyi anlatabilecek olan.

Ama anlatamaz. Çünkü anlatması için görünmesi gerekir. Görünmesi içinse genç olması. Genç görünmesi. Genç kalması.

Bu çelişki, kadınlıkla zaman arasındaki en büyük çatışmadır. Gençken dinlenirsin ama bir şey bilmezsin. Yaşlandıkça bilirsin ama dinlenmezsin. Kırışıklık kremi, bu çatışmanın küçük bir simgesidir. Bir barış teklifidir belki. Ama zaman, barış istemez. O sadece geçer.

Ve biz, geçilen yerlerde iz bırakırız. Bazen bir çocukta, bazen bir şiirde, bazen bir yüzde. O izler, kırışıklık olarak geri döner. Ama biz onları silmeye çalışırız. Silerken de kendimizi sileriz.

Benim teorim, sesli düşünmem bundan ibarettir: kırışıklık kremleri kırışıkların azalması için gererken, gerilmeyi azaltarak o deriyi çeke çeke en sonunda bırakmak zorunda kalarak daha da sarkmış bir cilde neden oluyor. Bu kırışıklıklar biz insanoğlu—yani en çok da kadınlar için—ŞOK EDİCİ bir şey.

Bu cümle, yalnızca bir kozmetik ürünün işleyişine dair bir gözlem değil. Aynı zamanda zamanla, toplumla ve kendilikle yapılan bir pazarlığın özeti. Çünkü burada bir kandıran ve bir kandırılan var. Ama roller sabit değil. Bazen krem kandırıyor bizi. Bazen biz kandırıyoruz kendimizi. Bazen zaman kandırıyor hepimizi. Kırışıklık kremi, küçük bir tüpün içinde büyük bir vaat taşır: zamanı durdurmak. Her sabah aynanın karşısında, parmak uçlarıyla yüzüne krem süren kadın, aslında zamanı gerer. Cilt, o kremle birlikte düzeltilir. Ama ne kadar? Ne zamana kadar? Gerilen her şey gibi, sonunda bırakılır. Ve bırakıldığında, daha da sarkar. Çünkü zaman, lastik gibi değil; su gibidir. Bastırırsın, akar. Tutarsın, sızar. Engellersin, bir yerden patlar. Belki de en büyük cesaret, kandırmamayı seçmek. Zamanla barışmak. Kırışıklığa “hoş geldin” demek. Aynaya bakıp şöyle diyebilmek:

“Ben buradayım. Yaşadım. Ve hâlâ yaşıyorum, kırışıklıklarımla ve kırışıklıklarımla da güzelim ben…”Vesselam.

Mehmet Aluç

Mehmet Aluç
Standart Üye / 7 Yazı / 2,0K Okunma

Ben Mehmet Aluç 1962 Malatya doğumluyum, Ankara da ikamet etmekteyim 2002 yılından bu yana, kamuda işçi iken tayinimin çıkması sonucunda sevdiğim Ankara’ya geldim ve hala buradayım. İlk ve orta öğrenimimi pekiyi derecede bitiremesem de 1970 ve 1980 yıkına kadar hikâye roman okuma konusunda birinciydim diyebilirdim. Okumadığım Kemalettin Tuğcu hikâyesi kalmamıştır, o yılların romanlarını aşk romanı yazarı Kerime Nadirin eserlerini, hele çizgi roman Tarkan’ı her hafta, onun akabinde Teksas, Tommiks diğerleri Gırgır, hafta sonu, ses, hayat dergisi her hafta hiç aksatmadan okurdum. Öğrenimimi bunlarla bitirdikten sonra, yazma sevdam kamuda çalıştıktan ve emekli olduktan sonra başladı. İçimde biriken edebi eserlerin demlenmesi bir 35 yıl sürdü. İçimde birikenleri kaleme döktükçe, tekrar okumaya şiir öykü denemeler yazmaya başladım. En çok kendimi şiirle ifade etmeye başladım diyebilirim. Evli ve dört çocuk babasıyım. Her edebiyat platformuna şiirler öykü hikâyeler denemeler yazmaktayım kendimi ifade etmekten ziyade gönüllere seslenerek içinde gezerek bir mana bulmak için, manayla dost kalabilmek için.

Yalçın Anıl 15 Ekim 2025 - 17:08:38

Yanıtla

Sayın Aluç, İmzanız yazınızın sonunda olduğu için; mükemmel bir yazı, yazarı bir kadın sanırım diye düşündüm. Yazı sonunda sizin adınızı ve fotoğrafınızı görünce şaşkınlığım arttı. Bu kez " Yüzünün krem kullanıldığı tarafını saklamış" dedim kendi kendime. Şaka bir yana, kutlarım sizi, bir cilt kreminden bu yazıyı çıkarmak kolay değil. Başarı dileklerime sığınarak küçük bir uyarım var: Noktalamada iki nokta üst üsteyi bol bol kullanmışsınız. İki noktadan sonra bir iki ayrıklık dışında büyük harf kullanılır diyor TDK. Bilmem katılır mısınız? Yeni denemelerinizi bekliyoruz.

Mehmet Aluç 15 Ekim 2025 - 19:31:36

Yanıtla

Haklısınız Anıl Beyefendi kardeşim, yorumunuz için teşekkürler ederim, sevgi ve selamlarımla.


Yorum Yap

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

ya da üye olmadan yorum yap ve onaylanmasını bekle.
ÜST