K Ü L T Ü R E L H İ L A L

İlk kez kimden duyduğumu pek anımsamıyorum. Bir konuşmaydı sanırım; Emre Kongar olabilir. Sonra yazıda çizide çok rastladım “Bereketli Hilal”e. Uzun yıllardır bildiğim için kısa sürede anladım. İlkokuldan beri zaten bildiğimiz Meopotamya’dan söz ediyormuşuz meğer. Uygarlığın ilk adımları orada atılmış; arpa, buğday, sap saman, avlanma, barınma oralarda başlamış. Dicle ile Fırat’ın arasında ya da yöresinde kurulan topluluklar tarihin öncüleri olmuşlar; hayvanların bir bölümünü evcilleştirip yerleşik düzene geçmişler.
Bize yıllarca Mezopotamya’yı anlatmış öğretmenlerimiz, biz öğrendiklerimizi çocuklarımıza anlatırken birdenbire “Bereketli Hilal” olmuş oraların adı. Çok da yerinde bir adlandırma, uygun gören şimdi aramızda değil; ama benzetmesi her gün dillerde. Bizden öncekiler – eski Yunancanın mesos potamos deyiminden esinlenerek- Mezopotamya demişler haklı olarak. Mesos= Orta Potamos= Nehir demekmiş. Araplar da aynı anlamda “Maveraünnehr” demişler hemen; Fırat ile Dicle’nin arasına.
Bereketli Hilal kavramını popüler hale getiren ise Chicago Üniversitesinde çalışan Amerikalı bilim insanı James Henry Breasted (1865-1935) olmuş. Breasted “Antik Zamanlar İlk Dünya Tarihi” adlı kitabında “Bereketli Hilal çöl körfezinin kıyılarıdır şeklinde bir ifade kullanmış ve bu tanım konuyla ilgilenen hemen herkesçe benimsenmiş.
Bu bölgenin önemsenmesinin başta gelen nedeni üç büyük dinin doğduğu yer olmasıdır. Kutsallığını tarih boyunca koruyan bu bölge, savaşların en önemli nedeni olmuştur. Bu satırların yazıldığı günlerde de din yoluna – gibi görünen – savaşlar ve bölünmeler uzayıp gitmektedir.
Bereketli Hilal’i bu kadar anlatarak asıl işleyeceğim konuya geçmek isterim. Bugünlerde ikinci kez okumakta olduğum “Fikirler” kitabında yazar; 18.ve 19. Sayfalarda, aynı bölge yöresinde başka bir hilalden de söz açmakta ve orayı “Kültürel Hilal” olarak adlandırmaktadır (1). Anadolu’nun Ege kıyılarından başlayıp orta ve güney topraklarımızı ve Mezopotamya’yı içine alan hilal, tüm Yakın Doğu ülkeleriyle Mısır ve İskenderiye yönünde uzanmaktadır. Bereketli Hilal’i de kapsayan bu geniş alanı merak ederek – başka bir konu için ön çalışma yaptığım- Rudolf Naumann’ın “ Eski Anadolu Mimarlığı” kitabını (2) başka bir gözle yeniden karıştırdım ve Kültürel Hilal içine giren yerlerdeki en eski uygarlıkları inceleyerek Fikirler yazarının tanımlamasının yerinde olduğu kanısına vardım.
Fikirler kitabının yazarı şöyle diyor sayfalarında:
“Ben “bereketli” kavramına biraz daha farklı bir açıdan yaklaşmak istiyorum. “Bereketli Hilal” tanımını duyduğum ve coğrafi konumunu öğrendiğim ilk andan itibaren bölgede aslında bir değil, iki tane “bereketli hilal” olduğunu düşünürüm. Az önce coğrafi konumunu hatırladığımız Bereketli Hilal’e bir ek olarak “Kültürel Hilal” tanımını yapabiliriz. Kültürel Hilal’in merkez noktası benim bakış açıma göre Mezopotamya’dır. Kültürel Hilal batıya dönen bir koluyla tek yol üzerinden Anadolu’nun Akdeniz kıyılarından geçer ve Ege Denizi’ne ulaşır; diğer kolu ile Afrika’ya girer ve Antik Mısır Medeniyeti’nin topraklarını kapsar. Ulaşım stratejisi açısından bakıldığında da merkeziliği ve Kültürel Hilal’in birçok noktası ile doğrudan bağlantı kurabilmesi nedeniyle Kıbrıs Adası kritik öneme sahiptir”.
Ben de bir okur olarak meraklanmadım değil; geçtim kitaplığımdaki eski atlasın başına, Kültürel Hilal’de olan yerleri, Rudolf’un elimdeki kitabından tek tek bulmaya çalıştım. Daha doğrusu elimdeki “Eski Anadolu Mimarlığı”ndaki haritalar yol gösterici oldu bana. Ege kıyılarından yani Milet’ten başlayarak doğuya ilerledim; Semayük ve Hacılar’dan Çatalhöyük, Can Hasan ve Tarsus’a geçtim. Yolumu biraz yukarılara kaydırıp; Fıraktı, Kültepe, Aslantepe turunu tamamladım. Rudolf Naumann’ın araştırmalarını yapıp kitabını yayımladığı yıllarda henüz Şanlıurfa’daki “Göbeklitepe” ve Gaziantep’in “Çingene Kızı Zeugma” mozaikleri gün ışığına çıkmamış olduğundan, bu isimleri de ben ekledim.

Mezopotamya’nı içinde ve kenarlarında kalan yerler de kültürel yapıt yönünden çok zengin. Erbil, Bağdat, Şam, Halep, Kudüs, Lübnan, Filistin ve Ürdün’de anılmaya değer yerler var. Mısır’ın Kahire’si, Piramitler, İskendiriye ve ötesine uzanıp gidiyor Kültürel Hilal’in alt ucu.
Ve Fikirler’in yazarı Kukul devam ediyor;
“Bu bölgeyi neden “Kültürel Hilal” olarak adlandırıyorum? İnsanlığın kültürel gelişimi ve rasyonel düşünce alışkanlığı kazanması sürecinde bu bölgenin son derece dikkate değer bir önemi olduğunu düşünüyorum”.

Bir örnek vermek açısından; günümüzde Şanlıurfa sınırları içerisinde yer alan Göbeklitepe’nin belgelenmiş tarih çalışmalarında en eski dini/kült yapılar topluluğu olduğunu biliyoruz ki Göbeklitepe çevresinde gelecekte yapılan kazılarda da daha eskiye tarihlenen kalıntılar ile karşılaşacağını tahmin ediyoruz. Bir bölgede dini/kült yapılar topluluğu oluşturuluyor ve bu oluşum uzun süren taş işletmeciliği faaliyetleri ile ortaya çıkarılıyorsa, doğal olarak bu yapıları inşa eden toplumun o bölgede yerleşik ve düzenli bir sosyal hayat kurduğu tespitini yapabiliriz. “Yerleşik” kavramının tespit edilmesi açıktır, fakat aynı zamanda “düzenli” kavramını da kullanmamız gerekir; çünkü dini/kült yapıların inşa edilmesi, toplum içerisinde dinamik bir görev dağılımının başarıldığını simgeleyen bir unsurdur. Tarih boyunca bilimin gelişme sürecinde üretim faaliyetlerinin, özellikle de üretilen malın fazlalığının önemi büyüktür. Üretilen malın tüketilen mal ile denk olduğu durumlarda toplumun sağlıklı bir şekilde yaşamaya devam edebilmesi için toplum içerisindeki bireylerden çalışabilecek durumdakilerin tümünün üretime katkı sağlaması gereklidir. Fakat belirli bir düzen yaratılıp toplumun tüketebileceğinden fazla mal üretimi yapıldığı zaman iki sonuç oluşur”.
Diyor ve ekonomik çözümlemelere giriyor: Üretilen malın fazlalığının diğer toplumlar ile ticari işlemlerin başlatılmasında kullanıldığını, mal fazlalığı elde edildiğinde toplumda belirli alanlarda yetenekli olan kişilerin o alanlara yönelerek üretimi ölçeklendirip farklı ürünlerin ortaya çıkmasını sağlayabildiğini ekliyor. Bu sonuçlardan dolayı üretim fazlalığı toplumun farklı alanlarında kendini geliştiriyor ve kullanılabilecek “boş zaman” yaratılıyor.. Felsefe ve bilimin daha çok “doğa felsefesi” olarak sistematik bir şekilde doğuşu da işte bu zaman fazlalığından kaynaklanıyor. “Bu nedenle Bereketli Hilal ve Kültürel Hilal’in aynı bölgeleri paylaşıyor olmaları bir tesadüf değildir”diyor yazar.
Bundan sonra, benim çizdiğim yukarıdaki haritanın kırmızı bölgesini “Kültürel Hilal” olarak kabullenelim mi? Ne dersiniz…

K A Y N A K Ç A
1/ Kukul Arda, “Fikirler/Bilim, Felsefe ve Bireysel-Toplumsal Gelişme Üzerine Notlar”,
Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, Birinci Baskı, Ankara Ağustos 2022
2/ Rudolf Naumann, “Eski Anadolu Mimarlığı”, Çeviren: Beral Madra,
Türk Tarih Kurumu Yay. IV.Dizi – 9, Türk Tarih Kurumu Basımevi,Ankara 1975.
3/ https://news.uchicago.edu/explainer/fertile-crescent-explained






