Hayat öylesine sırlarla dolu ve açıklanmaya muhtaç ki… Bu hayatı yaşama şerefine eren insanlar içerisinde de bu yakıcı sırları ifade edebilme gücüne sahip dehalar sınırlıdır. İşte Dostoyevski bu dâhilerden biridir. Gençlik yıllarından problemli bir baba figürü, yazarın ana çatışma kaynağı olarak karşımıza çıkar. Askeri okulda okurken babasına yazmış olduğu mektupta 40 ruble para isteyen Dostoyevski, onu kendisini soymakla itham eden babasını sitemkâr bir dille tenkit eder:
“Benim aziz ve iyi Babam, Oğlunun senden harçlık istemesi için sana başvurmasını bir fazlalık olarak kabul edebiliyor musun? Tanrı tanığım olsun ki, bu ne kişisel ihtiyaçlarım, ne de imkânsızlıkların sonucu. Herhangi bir şekilde seni nasıl soyabilirim?”
İşte böyle gaddar bir baba figürü, Dostoyevski’nin otoriteyle olan savaşını genç yaşında başlatır. Kendini babasına karşı savunduğu mektup bile edebidir. Çünkü o, tüm bu baskı ve yoksulluk içinde kitaplara sarılır. Kendini okumaya ve yazmaya adar. Okumaya değer iyi bir kitap, iyi bir şiir onun için ilahi bir sonedir. Böylelikle zor zamanlarda ruhunu besler. İleride yaşayacağı tüm olumsuzluklar; idama mahkûm edilmesi ve son anda affedilmesi, sürgüne gönderilmesi ve ömrü boyunca çekeceği yalnızlık onun sanatının bir parçasıdır. İnsan ruhunun en derin dehlizlerine girmeyi, zorlukları yaşadıkça öğrenmiş ve yazın gücünü giderek derinleştirmiştir. Kitaplarında yer alan karakterler her zaman iki adım ötemizdeki insanlardır. Görünce üzüldüğümüz veya koruyucu bir önyargıyla kaçındığımız. Ezilenler, Ecinniler, Kumarbazlar... Hep bir zaafın, zehirli bir arzunun kurbanları.
Yazarın en önemli eseri Karamazov Kardeşler, dünya edebiyatının en büyük başyapıtlarından biridir. Aleksey Fyodoroviç Karamazov ve dört evladı: İvan, Alyoşa, Dimitri ve Pavel Smerdyakov. Baba figürü sarhoş ve şehvetine düşkün, sorunlu bir profil. Oğullarına beş kuruş para vermezken hem içki içip hem de kumar oynamaktadır. Hal ve hareketleriyle oğullarını saygıdeğer ortamlarda küçük düşürmektedir.
İvan, ailenin en zeki çocuğu... Araştırmacı ve sorgulamacı bir kişiliği var. İnsanları konuşmalarıyla etkileme kabiliyetine sahip. Bir Tanrı'nın varlığına inanmamakla birlikte, toplumda düzenin var olabilmesi için dinin gerekliliğini savunuyor. Fakat Alyoşa ile birlikte kötülük problemini ele alan ateşli tartışmalar yapmayı ve eve geldiği zamanlar aile üyelerine etkileyici nutuklar çekmeyi ihmal etmiyor. İvan, zekâ ve ahlak arasındaki dengeyi temsil ediyor.
Alyoşa; Ailenin dindar ve iyi ahlaklı çocuğu. Kötü bir nama sahip Karamazovların iyilik timsali delikanlısı. Her zaman sükûnetini koruyan, kötülüğe iyilikle muamele eden bir manastır talebesi. Tam bir dini bütün Hristiyan. Sayfalar boyunca ne kadar trajedi yaşanırsa yaşansın, benliğini muhafaza etmeyi ve içindeki sevgiyi korumayı başaran sevgili Alyoşa. Kitabın en sevilen karakteri. Ahlakı temsil ediyor.
Dimitri. Aleksey Fyodoroviç'in ilk eşinden olan çocuğu, büyük abi. Dürtüsel hareketler ve öfke problemleri yaşayan, müsrif ve mutsuz bir karakter. Duygularını kontrol edemeyen, ilk aklına geleni tartmadan düşünmeden yapan ve babasıyla büyük çekişmeler yaşayan asi evlat. Taşkın karakteri sonucu yaşadığı olaylara karşı tavrı son derece ilkel. Babasıyla, kötü yola düşen bir kadın olan Gruşenka'yı paylaşamıyor. Babasına en çok benzeyen o... Dürtüselliği temsil ediyor.
Ve hepsinin dışında tutacağımız Pavel Smerdyakov...Baba Aleksey’in zihinsel engelli bir sokak kadınından olan gayrimeşru çocuğu. Kendisi evin uşağı olarak karşımıza çıkıyor ve bu çocuğun Aleksey’e ait olduğunu romanın oldukça ilerleyen bölümlerinde öğreniyoruz. Bu huysuz çocuk, Aleksey Fyodoroviç’ten nefret ediyor. Zaman zaman onun sara nöbetine girdiğine şahit oluyoruz. Sinsi ve içinde sevgiden eser yok. Bu karakterin dikkat çeken yönü, İvan’ın konuşmalarını hayranlıkla dinlemesi ve ona büyük saygı duyması. İvan kendisine ne kadar kötü davranırsa davransın, Pavel onun akılcılığından, konuşmalarından çok etkileniyor.
Hikâyenin ana karakterleri bundan ibaret. Şimdi aralarındaki ilişkilerden dikkat çeken bir sekansa değinelim: İvan ve Alyoşa, Zekâ ve Ahlak.
İvan, gazetede okuduğu bir haber üzerine kardeşi Alyoşa’yla tartışmaktadır. Haberde küçük bir kız çocuğunun feci bir şekilde öldüğü anlatılır. İvan, Alyoşa’ya "Tanrı bu çocuğun acı çekmesine neden izin veriyor?" diye sorar. Alyoşa ise ona çocuğun acı çektiğini fakat cennete gideceğini, acının son bulduğunu ve Tanrı’nın onu yanına aldığını söyler. İvan için ise bu tatmin edici bir cevap değildir. Çocuğun o acıyı deneyimlemiş olması, sonrasında ona verilecek olan hiçbir ödülün karşılığı değildir. "Ölümsüz ahengi sağlamak için acı çekmemiz gerekiyor, fakat çocukların ne ilgisi var? Öcü ne yapayım ben? Canavarlar cehenneme gidecekmiş. Cehennem, yaptıkları kötülüğü, mahvettikleri hayatı geri getirebilir mi?" Alyoşa ise "İyi de senin ki… İsyan," der. İvan’ın sorularına kesin bir cevap veremez fakat onun konuşmalarından biraz etkilenmiştir. Alyoşa, abisine herkes için temiz kanını döken ve herkesi bağışlama hakkına sahip olan İsa’yı örnek verir. Tartışma, İvan’ın "Büyük Engizisyoncu" isimli, İsa’nın ölümünden binlerce yıl sonra insanların arasına karışmasını ve Engizisyon rahibi tarafından sorgulanmasını konu eden metaforik şiiriyle devam eder. Temelde konu, kötülük problemidir fakat şiirde İsa, kendisini suçlayan rahibi alnından öper. Alyoşa da tartışmanın sonunda abisi İvan’ı alnından öperek ona cevabını verir.
Tüm anlatıları, psikanaliz yönteminin kurucusu Alman psikiyatrist Freud’un insan zihninde etkileşime giren üç katman olarak açıkladığı id, ego ve süperego ile birleştirmek isterim. Sınırsız ihtiyaçlarını hiçbir sorumluluk gözetmeden gideren ve kendisi olmadan diğerleri var olamayacak baba karakteri, zihnin kendisini temsil ediyor. Her türlü yönelime, düşünceye açık fakat onu sınırlandıran ve devamlılığını sağlayan etkenlere bağımlı. Babanın kumarbaz ve şehvet düşkünü olması zihnin bağımlılığa olan yatkınlığı…
İd yani ilkel benlik, olabildiğince dürtüsel ve hataya açık. Etrafımızda İd’in etkisinde yaşayan insanları görmemek içten değil: Dimitri karakteri... Düşünmeden hareket eden sinirli, ölçüsüz… Babayla olan çatışması, zihnin kendisini sınırlamayan ilkel benlikle olan ilişkisini ve etkisine kapıldığı zaman göreceği zararı temsil ediyor. Ego, zihinde dengeyi sağlayan, ilkel benlikle süperegoyu buluşturan zekâ ve mantık merkezi. Sağlıklı bir ego algısı, üretken ve mutlu bir yaşam demek. Fakat şişirilmiş ego, narsisizm benzeri kişilik bozukluklarına sebep olan, hayatı cehenneme çeviren bir tablo. Etrafımızda dengeyi sağlayabilen, mantıklı kararlar verebilen, dürtüsellikten ve egoistlikten uzak kişiler bunun örneği. İvan, Ego’yu temsil ediyor fakat bu dengeyi kaçırdığını görüyoruz.
Süperego. Ahlakçı ve id’i sürekli baskılayan, süper iyi. Atılganlıktan, hırstan ve tüm kötü huylardan uzak. Egonun mantıksallığını değil, ahlakın teslimiyetini arayan ve yüreğinin sesini dinleyen: Alyoşa.
Pavel Smerdyakov. Kabul edilmeyen ve bilinç dışına itilen ne varsa onu temsil ediyor. Histerik, kötü ve travmatik. Siz ne kadar bastırırsanız bastırın, rehabilite etmediğiniz sürece bir gün sizi yok edebilir.
İşte kitabın tüm ana karakterleri zihnin tamamlayıcısı olarak buluştular. Peki, hangisinin güdüsünde olan kazandı? İvan, ego temsilcisi olarak dengeyi sağlamayı başaramadı ve bilinç dışına itilmiş olan kötülüğü , şişirilmiş egosuyla etkilemeyi başardı. O kötülük ortaya çıkıp İvan’dan etkilenerek babayı öldürdüğünde, bunun en büyük sorumlularından biri olarak İvan, kendisini gördü. Bir nevi işin azmettiricisiydi. Ve nihayetinde delirdi.Dimitri, bu hikâyenin en ilkel karakteri olarak, zihin çöktüğünde tutunmayı başaramadı ve hapishaneye düştü. Onu mahkûm eden sebep, çekişme hâlinde olduğu zihnin ortadan kalkmasıydı. Pavel ise ait olduğu kötülüğü, kendi benliğine yönelttiği öfkeyle yok etmeyi seçti.
Peki ya Alyoşa? Ahlak ve teslimiyet temsilcisi... Tüm bu kötülüklerin içinden iyiliği görerek çıkmayı başardı. "Kötü Karamazov" namını ortadan kaldırdı. Çocuklar, "Çok yaşa Karamazov!" diye tezahürat ederken o, iyiliğin sonsuz evrenine doğru emin adımlarla yürüyordu. Ondan daha kötü olan zihni iyileştirdi ve mantığın değil, ahlakın galip geldiğini gösterdi. Bu hayatın amacının ne dürtüsellik, ne kibir, ne de kötülük olabileceğini, sonsuz sevginin ta kendisi olduğunu ve abisinin alnına kondurduğu o öpücüğün anlamını gösterdi.
Bu yazıyı, Freud’un Dostoyevski’den çok etkilendiğini ve psikanaliz çalışmalarında ondan övgüyle bahsettiğini öğrendikten sonra yazdım. “Dostoyevski, bilinçdışının yeraltı dünyasına doktorlardan, hukukçulardan, suç uzmanlarından ve psikopatlardan daha derin bir şekilde sokulmuştur…” diyen Stefan Zweig, onun insan zihninin dehlizlerinde gezen bir deha olduğunu en net hâliyle açıklamıştır. Karamazov Kardeşler’in bende oluşturduğu izlenim, bir insan zihninin içinden kopan karakterlerin bütüncül hikâyesidir. Bu hikâyede, babanın evlatlar üzerindeki etkisi de vurgulanmaya çalışılır. O yüzden baba figürünü zihin olarak ele alınmıştır. Çünkü ona göre bir baba, ne kadar kötü olursa olsun, ondan köken alan ahlak anlayışı, o kötü namı iyiye çevirme gücüne sahiptir. Dostoyevski’nin yaptığı da tam olarak bundan ibarettir.