Hastalıkları, yaralanmaları ve hatta ölümü tedavi etme pratikleri, çok eski çağlardan beri görülen uygulamalar olmuştur. Pek çok toplumda şifacılık, inançsal mahiyetleri olan büyüsel bir takım uygulamalarla birlikte yer edinmiştir. Eski toplumlarda, şifacılık hiçbir zaman sadece şifacılık olmamıştır. Avcı toplayıcı yaşam döneminde özellikle temelleri atılan, toplumsal ilişkilerin, insan-doğa ilişkilerinin ve toplumsal bellek örüntülerinin içerisinde büyü ve büyüsel pratikler oldukça önemliydi. Hayatı ve maddi dünyayı, bir takım manevi güçlerle anlamlandırma çabasına giren insan, böylece yaşamın hikayesini de yazmaya başlamıştı. Büyü, kurban, tabiat kuvvetleri (ağaç, ateş, su ve dağ gibi) inancı, çeşitli ruhani varlıklara inanmak vb. inançlar ve eylemler, bu hikayenin içerisinde, insanın anlam arayışı ve sorularına cevap bulma azminin içerisinden doğar. (Dolayısıyla aslında günümüze kadar etki edecek pek çok düşüncenin ve eylemin izleri, insanlığın erken zamanlarına aittir diyebiliriz.)
İnsanlar bu biliş halinde, büyü ve büyüsel pratiklerle, insanların şifa talepleri için de uğraşmaktaydılar. Bu görevi icra etmesi için şamanlar dediğimiz din insanı ve şifacılar ortaya çıktı. Hastalıkları da birer büyü veya kötü ruhların musallat olması olarak gören bu toplumlarda, şamanlar oldukça güçlü kişilerdir. Şamanlığın başlangıçta kadınlara özgü bir kurum olduğu ileri sürülmektedir. Şaman kıyafetlerinin kadın kıyafetleri olması, kadın bedeninin simgeleriyle bezenmiş olması, bu görüşü desteklemek için ileri sürülmektedir. Özellikle avcı toplayıcı dönemde ateşin kontrolünün kadının yetkisine bırakılması, ateşin inançsal ritüellerde kullanılması, dolayısıyla bir yandan kadının inançsal gücünü açıklar aslında. Yine yakın zamanlara kadar erkek şamanların güçlü olduklarını göstermek için kadınlar gibi giyindikleri görülmüştür. Hatta bir takım işlemlerle kadın olan erkek şamanlar vardır. Daha az olmakla birlikte, aynı durum kadınlar arasında da görülür. Yani bu halkların toplumsal cinsiyet normlarına ve cinsiyetle ilgili algılarına baktığımızda daha özgürlükçü oldukları görülmekte. Ya da günümüzden çok daha farklı bir bakış açısına sahip oldukları görülmekte. Lgbt+ bireylere karşı nefretin aslında sonradan öğrenilmiş bir takım düşünceler olduklarını, buradan hareketle söyleyebiliriz. Ancak bu konuya asıl meseleyi dağıtmamak adına, bir başka başlıkta değinmek daha sağlıklı olacaktır diyerek noktayı koyalım.
Avcı toplayıcı dönemde inançsal gücü kendisinde taşıyan kadın, toplayıcılık eylemi ve bitkilerle olan ilişkisi sebebiyle şifacılık rolünü de baskın bir şekilde kullanmaktaydı. İlaç, merhem ve büyülerde bitkilerin ve bazı hayvansal ürünlerin kullanılması söz konusu olmuştur. Hastalıkların kaynağını doğada gören insanlar, bu pratiklerle yine şifayı da doğada aramışlardır. Deneme yanılma yöntemleriyle pek çok uygulama ve bitki şifa için kullanılmıştır. Bu işlemlerin aslında tıbbın ilk adımları oldukları görülür. Bu adımların atılmasında ise kadının rolü, erken dönemlerin toplumsal yapısı nedeniyle çok büyüktür. Kadının erken dönemde hürmet görmesini ve kutsanmasını sağlayan şifacılık, büyü vb. yetileri, daha sonraları türlü işkencelerle öldürülmek, sapkınlığın ve şeytanın taraftarlığını yapmakla suçlanmalarına neden olacaktı. Cadı avları olarak bildiğimiz katliamlarla, özellikle “erkek” kurumların (dini kurumlar, derebeylikler ve monarşiler vb.) hedeflerinde olacaklardır.
Mezopotamya uygarlıklarına bakıldığında, hekimlerin tapınaklarda yetişen kişiler oldukları görülür. Bu kişiler falcılık ve kehanet yoluyla hastalıklarla ilgilenenler; bitki, hayvansal ve madeni ürünleri kullanarak hastalığı tedavi etmeye çalışanlar; son olarak büyü ve birtakım ritüellerle ilgilenenler olarak üç farklı grubu oluşturmaktaydılar. Ayrıca A.ZU ismiyle bilinen kadın hekim sınıfı da bu toplumlarda önemli ve ayrıcalıklı konumdaydı. Benzer durumlar eski Anadolu toplularında da görülmekteydi. Bu toplumlarda kadınların şifacılık ile olan ilişkisi güçlüdür. Kraliçelerin örneğin şifacıların başı olduğu, hatta kimi zaman şifa tanrıçası olduğu düşünülmekteydi. Hint coğrafyasında ise tıbbi uygulamaların daha kurumsallaştığı görülür. MÖ. 2000’li yıllarda hastanelerin varlığından söz edilir. Yine kadınlar için özel hastanelerin, doğum ve bakım merkezlerinin olduğu kayıtlarda yer ermiştir.
Batı Anadolu, Yunanistan ve Ege Adalarında da benzer şekilde daha sistematik tıp uygulamalarından söz edilir. Özellikle erken dönemlerde kadınlar buralardaki şifacılık uygulamalarında ipi çekmektedir. Sağlık ve tıp ile ilgili tanrıçaların varlığı, inançsal dünyada da durumun benzer şekilde seyrettiğini göstermektedir. Hipokrat sonrası tıbbın daha sekülerleşmesi söz konusu olur. Dinden bağımsız, bilimsel ve deneysel yöntemler, gözlem ve tedavi pratikleri geliştirilir. Bu noktadan sonra kadının etkinliğinin de kırıldığı görülür. Örneğin MÖ. 3. yüzyılda Atina kent devletinde kadınların hekim olması yasaktı. Tabiidir ki bu yasaklara baş kaldıran Agnodice gibi kadınların adını zikretmek ve çabalarını saygıyla selamlamak gerekir. Tarihte bilinen ilk feminist eylemlerden birisi de Agnodice çabalarıyla vuku bulacaktı. Kendisini erkek olarak tanıtıp, kimliğini gizleyerek insanları tedavi eden kadın hekimimiz, özellikle kadın hastalıklarının tedavisinde olukça başarılı olmuş, kısa sürede ünü yayılmıştır. Olumlu ünün yayılması beraberinde, kadınları daha çok tedavi etmesi sebebiyle dedikoduların da yayılmasını söz konusu kılmıştır. Akabinde Agnodice için bir yargılanma talep edilmiş. Mahkemede kadın olduğunu açıklamak mecburiyetinde kalan Agnodice, cezalandırılmak yerine, kendisini desteklemek için meydanlara dökülen kadınların çabasıyla serbest bırakılmış. Bu eylem, kadınların hekimlik yapmasını yasaklayan kanunların sorgulanmasına ve değiştirilmesine yönelik adımların önünü açmıştır.
Ortaçağ’a geldiğimizde özellikle Avrupa’da kilisenin ve feodalitenin güçlenmesiyle, erkek egemen toplum daha da katılaşmıştır. Tarihsel süreçte bildiğimiz gibi, tarım toplumuna geçiş, savaşlar, özel mülkiyetin ortaya çıkışı ve inançsal değişimler kadının toplumdaki statüsünü sarsmıştır. Ortaçağ Avrupası bu durumun en net görüldüğü saha olarak önümüzde durur. Kendisi de bizatihi erkek olan dini-siyasi iktidar kurumları, özel mülkiyetin, siyasi ve dini otoritenin kontrolünün erkekte olması için elinden geleni yapmıştır. Bu noktada kadının şeytanlaştırılmasına varıncaya kadar yol alan adımlar izlenmiştir. Şifacılık ile uğraşan kadınların eylemleri yasaklanmış, bu tarz faaliyetler “cadılık” ile suçlanmalarına sebep olmuştur. Kadının şifa dağıtması veya hâkim dini geleneğin dışında hareket etmeleri, “yerini bilmemeleri” egemen erkçe tehdit olarak görülmüştür. Bu durum ne yazık ki kadim şifa bilgisinin de kadının toplumdaki konumu gibi, yavaş yavaş kaybolmasına neden olacaktır. Eski zamanlardan beri kadim bilgisiyle vakıf oldukları sırların ve dürtülerin dibine ateş verilen kadınlar, bu uygulamalara zaman zaman direnmişlerdir de. Ancak asılsız suçlamalar ve katliamlardan çoğu zaman kurtulamadılar.
Tarihsel sürecin işleyişiyle, bilimsel çalışmaların artması, keşifler, felsefi çabalar ve kadınların direnişi, kadınların silinmek istenen varlığını tekrar ortaya çıkarmaya başlayacaktır. Öte yandan, kapitalizmin doğuşu, sömürünün artması ve dolayısıyla adaletsizliğin keskinleşmesi bir yandan “egemenlerin” elini güçlendirecektir. Kadınların bilimsel çalışmalara katılması ve modern tıbbın içerisinde kendisine yer bulması yakın zamana kadar sancılı geçmiştir. Aslında sahip olduğumuz düşüncelere, uygulamalara, "bilgi ve birikime" bakarsak, insanlığın bu çağda Ortaçağ Avrupa’sı karanlığını aratan uygulamaları da yok değildir. Ne yazık görülüyor ki avcı toplayıcı, anaerkil ve Şamanist toplumların seviyesine varmamız bayağı yol alacak.
Kaynaklar:
Hafize ÖZTÜRK TÜRKMEN: "Tarihsel Olarak Kadın Şifacılık ve Tıbbın Değerleri"
Fuzuli BAYAT: Türk Kültüründe Kadın Şaman