Loading

Yaşam Hasret'i

baba ve kız

Bir yaz akşamıydı Hasret doğduğunda.

Yedi yaşında, evin önünde arkadaşlarla oyun oynamak ve babamların kahvedeki batak masasına yancı olmak arasında sıkışmış bir çocuktum o zamanlar. Her ne kadar mahallenin diğer çocuklarıyla elimde sopalarla koşturmak istesem de bu yaz bitiminde okula başlayacak olmak bunu yapmamı engelliyordu. Büyümüştüm artık, babama da bunu kanıtlamam gerekiyordu. Babam da her akşam olmasa da haftanın en az iki gününde beni de yanında götürüyor ve kendisi oyun oynarken bana da gazoz ısmarlıyordu.

İşte o gün babamın beni kahveye götürdüğü günlerden biriydi. Babamın kuzeni Salih amcanın dudaklarının arasından asla eksik etmediği ve seneler sonra ölmesine ciddi oranda neden olan sigarasının külü düştü düşecek şekilde duruyordu. Gözlerimi bir türlü ayıramıyordum sigaranın ucundan. İçimden tekrar tekrar üçe kadar sayıyor ve külün, tam üç dediğim anda düşmesini bekliyordum.

Kaçıncı sayışımdı hatırlamıyorum bir anda kahveye koşarak Dursun amca girdi. Geniş alnı boncuk boncuk terlemiş, giydiği mavi gömlek terden yer yer lacivert rengi almıştı.

“Ahali!” dedi bağırarak. Bakışlarımı bir türlü düşmeyen sigaranın külünden zorlukla ayırıp Dursun amcaya baktım. İki elini de zafer kazanmış bir edayla, Naim Süleymanoğlu gibi havaya kaldırmıştı.

Kahvedeki derin uğultu neredeyse tamamen kesildi. Herkes merakla Dursun amcaya döndü.

“Kız babası oldum bu akşam! Herkese benden çay!”

Herkes tek bir ağızdan sevinç nidaları attı. Yıllardır bekledikleri, tek kurtuluşları, mutluluk kaynakları olarak gördükleri haber buymuş gibi sevindiler. Babam kartları masanın ortasına büyük bir coşkuyla fırlatıp Dursun amcayı tebrik etmek için ilk kucaklayanlardan biriydi. Ardından dönüp daha neyin ne olduğunu bile idrak edemeyen beni aldı kollarının arasına ve birkaç kere kafam alçak tavana çarpacak şekilde havaya atıp indirdi.

Her ne kadar çocukmuşum gibi davranmış olsa da ne yalan söyleyeyim acayip hoşuma gitmişti bu hareket.

Ertesi gün öğle ezanından sonra tüm köye lokma dağıttı Dursun amca. Mutluluğu içine sığmıyor, çoluk çocuk, genci yaşlısı ayırt etmeden her gördüğüne ‘benim kızım oldu’ diyordu. Kuranlar okundu, dualar edildi, yemekler dağıtıldı. Dursun amcanın güzeller güzeli bir kızı oldu. Evliliklerinin üzerinden 30 sene geçmiş ve ilk çocuklarını anca bu zamanda kucaklarına alabilmişlerdi. Bu sebepten adını ‘Hasret’ koydular.

“30 yıllık yaşam hasretim…” demişti Dursun amca Hasret doğduğu gece kahvede. Bu sözler hafızamdan silinmedi. Üzerinden tam 18 sene geçti.

O kutlu günden sonra hepimizin göz bebeği oldu Hasret. Güzeller güzeli, bembeyaz pamuk gibi bir şeydi. Dursun amca doğumdan itibaren geçen her günde kız babası olmanın gururunu ve mutluluğunu daha da yükleniyordu gözlerine.

Aynı zamanda da yorgunluğunu…

Hasret hasta bir çocukluk geçirdi. Bünyesi çok zayıf olduğu için en ufak bir soğukta hemen ateşi yükseliyor, kusmaya başlıyordu. Bunun için Dursun amca gece gündüz çalıştı. Bazen hiç uyumadan iki gün üst üste taksiye çıktığı oldu, zayıfladı, gözlerinin altındaki morluklar çoğaldı fakat sonunda ne yapıp ne edip karısı ve minik Hasret’iyle birlikte kaloriferli bir daireye geçti.

Gel gör ki Hasret’in ihtiyaçları git gide arttı. İlaç parası, hastane masrafı, kıyafeti, yemeği derken Dursun amca daha çok çalıştı, daha çok yoruldu. Artık kahveye hiç uğramaz oldu. Bazen köy bakkalında karşılaşıyorduk, ruh gibi bana bakıp hafifçe gülümsüyor ve yanağımı sıkıp sallana sallana evine gidiyordu.

Bu kadar yorgunluğa rağmen Dursun amcanın ağzından bir kere şikayet duymadık. Hep şükürle açıyordu ağzını, duayla kapatıyordu. Allah onun sıkıntılarını görmüş, ona bir melek hediye etmiş, Hasret’e her şey feda olsunmuş, Hasret’inin bir baba deyişi için dünyaya değermiş…

Böyle böyle büyüdü Hasret. Dursun amcanın elinden tutan elleriyle, tüm mahallenin çöpten sakınan gözleriyle büyüdü.

Birinci sınıf okuma bayramında okulda sergiledikleri bir skeçte peri olmak istediği için eve gelip ağlayan Hasret uğruna az okul basıp öğretmen tehdit etmedi Dursun amca.

Beşinci sınıfta, sınıftaki şımarık veletlerde olup onda olmayan o renkli boyalar veya o yepyeni kıyafetler için iç çekince kızı, az dertlenip de karısının yıllardır gözü gibi sakladığı bilezikleri elden çıkarmadı Dursun amca.

Lise ikinci sınıfta Hasret eve dönerken aşağı köyün gençleri takılınca peşine az kurşun sıkmadı topuklarına Dursun amca.

Sadece o değil. Biz de uçan kuştan sakındık Hasret’i. Ne ben kendi kız kardeşlerimden ayırdım onu ne de annem babam kendi öz evlatlarından. Bakkaldan bedava gazoz içti hep, mahalleden haftada bir geçen dondurmacı bile tanıdı Hasret’i. Biz dondurma parası için annelerimize yalvarırken o prensesler gibi tek kuruş ödemedi hiçbir şey için. Kimsenin de şikayeti olmadı bundan.

Hasret’i işte böyle çok sevdik hepimiz.

O da bizi çok seviyor sandık. Bakışları, gülüşleri gerçek gibiydi. Gözlerindeki o parlayan ışık gerçek gibiydi.

Değilmiş. Bugün anladık.

Dursun amca bir telefon aldı eşinden altı gün evvel. Yenge telefonda telaşla Hasret’in hala okuldan gelmediğini, havanın karardığını, arkadaşlarına bile takılmış olsa şimdiye kadar çoktan gelmiş olması gerektiğini söyledi. Dursun amca taksideki müşteriyi yolun kenarında indirip eve döndürmüş rotasını. Bir süre etrafa sormuş, gören duyan var mı diye. Okul arkadaşlarının evlerine gitmiş tek tek. Fakat okuldan çıktıktan sonra Hasret’i gören kimse olmamış. Gece iyice ilerleyince ve Hasret’ten haber çıkmayınca biz de girdik devreye. Köyün tüm gençleri dağıldık etrafa sorup soruşturmak için. O gece polisle birlikte sabaha kadar dolandık fakat tek bir şey bulamadık. Ellerimiz bomboş geldik köy kahvesine. Dursun amca sessizce oturuyordu köşede. Hasret doğduğundan beri ilk defa bu kadar bitik gözüküyordu.

Birkaç dakika sonra mahallenin delisi Mustafa girdi içeri. Ellerini korkuyla etrafa sallıyor, kime çarptığını umursamadan haykırıyordu.

“Hasret! Hasret!” diyordu haykırışları içerisinde.

“Mustafa, oğlum bir şey mi biliyorsun?” diye sordu biri.

“Hasret! Hasret! Hasret!” Kafasını ellerinin arasına aldı Mustafa, hem ağlıyor hem sallanıyordu. “Hasret öldü! Hasret öldü! Hasret öldü!”

Dursun abi boğazına yapıştı Mustafa’nın. Delidir, ne dediğini bilmez diyerek zorla ayırdık, çekti gitti sonra zaten. Hiç uyumadan bekledi evinin kapısının önünde. Zaman zaman ağlayarak, hep duayla bekledi. Polis devriyesi her gün köyün çevresini dolaştı. Biz mahallenin gençleri, her gün üçer kez gezdik etrafı. Yakın köylere gittik, bir şey çıkmayınca daha uzaktakilere gittik. Tam altı gün boyunca hep elimiz boş döndük evimize.

Hiç kimse aklına getirmek istemiyordu ama herkesin içinde Mustafa’nın o gün kahvede söylediklerinin gerçek olduğu düşüncesi dolaşıyordu.

Ta ki bugüne kadar.

Akşam saatlerinde telefon gelmiş Hasret’ten. Babası daha nerdesin, nasılsın diye soramadan ‘ben kaçtım baba’ demiş Hasret. Ardından babasının sessizliğinden faydalanıp eklemiş peşi sıra: ‘Evlendim ben. Seviyorum kocamı, kendi isteğimle kaçtım. Aramayın beni.'

Tak diye kapatmış sonra. Dursun amca geri aramış fakat kapalıymış telefon.

O günün gecesinde kapının önünde, Dursun amcanın yanında oturup içtiği sigaraya sessizce destek olurken kenardan Mustafa göründü. Gözleri yaşlı, sallana sallana yaklaştı.

Dursun amca ayağa kalktı. Mustafa’nın dibine kadar gitti, tam önünde durdu.

“Keşke.” Dedi titreyen bir sesle. “Keşke ölseydi. Keşke ölseydi!”

Dizlerinin üstüne düştü. Yıllarca kızı için çabaladığı onca gecenin yorgunluğu bir anda bindi omuzlarına sanki. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

İşte böyle, geri dönmemek üzere çekip gitti Hasret.

Babasını kanlı gözyaşlarıyla, tüm mahalleyi kızgın bir kederle bırakıp gitti.

Keşke gitmeseydi.

Keşke kendi yerine babasını öldürmeseydi.

Keşke bu adamı yaşama hasret bırakmasaydın Hasret...

Efşan Göral
Yazar / 12 Yazı / 64,8K Okunma


Yorum Yap

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

ya da üye olmadan yorum yap ve onaylanmasını bekle.
ÜST