Kenar mahallemizin en ücra köşesinde yaşıyordu Mehmet Amca, karısı ve küçük bir kız çocuğu torunu vardı. Mahalledeki gençlerimizin çok sevdiği nasihatleriyle yetiştiği yüzünde nur eksik olmayan bir ağabeyimizdi.
Yaşı başını almış gitmişti, küçük bir terzi dükkanını işletiyordu. O güne kadar dükkanına hiç uğramamış sohbetini hiç dinlememiştim. Beyaz bir elbise diktirmek için dükkanının yolunu tutmuştum. Bizim oranın dar sokaklarından geçerken kenarda köşede misket oynayan çocukları şen şakrak mahalle halkı içimi ısıtırdı. Nihayetinde dükkana varabilmiştim. Kapıyı açarken gıcırdıyordu Mehmet Amca, terzi makinesinin başına oturmuş gıcırdayan kapı sesiyle gözlerini bana çevirdi. Benim ise gözlerim hemen karşımda asılı duran kız çocuğunun fotoğrafına ilişmişti.
Aman Allahım! Benim çocukluğuma ne kadar benziyordu.
Gözlerimi kapatıp açtım. Biraz daha yaklaştım fotoğrafa. Evet evet! Aynı benim çocukluğum, Allah Allah!
Mehmet Amca şaşırmış bana bakıyordu. Torunum dedi, oğlumdan kalan tek emanet.
Bunu derken içinde burukluk gözlerinde yaş.
Oğlunu çok erken kaybetmişti. Nedenini ise kimse bilmiyordu sapa sağlamdı.
Kimseye bir şey demedi Mustafa Amca oğlu için. Sevenler için bu hayat ağrılı sancılı idi geride kalanlar için hayat denen bir şey yoktu açılmayacak kapılarda beklerdi sevenler. Ölümün acısını geride kalanların yüzünde gördüm.
Benim aklım hala o fotoğrafta idi Nasıl olur ki bir insan bir insana bu kadar benzeyebilirdi. Bir tek farkla, yavrucağın saçları dökülmüş teni solgun idi. Mustafa Amcanın oğlu öldükten sonra karısı kızını bırakıp gitmiş. Yavrucak kanser hastası, adı Elif diyor Mehmet Amca.
“Varım yoğum torunum hanımla biz bakıyoruz ona anne babanın yerini tutamayız ama o şefkatle seviyoruz Elif’i kimi kimsemiz yok buralarda bize bir şey olursa ne olacak bu yavrucağın hali”
Mehmet Amcayla sohbetimiz dönüp dolaşıp ölüme geliyordu.
Bir gün ölüm bana elini uzatacak ve hiç tereddüt etmeden onunla gideceğim.
Mehmet Amca, şu yaşımda en çok ölümden korkmuyorum. Kimseye değmeden sessiz sedasız bir tutsa şu elimi en çok ona yakınız bütün yalanların önüne geçen tek şey. Ölüm sevdiklerimizden daha vefalı.
“Kızım sen daha genceciksin Allah uzun ömürler versin”
Arada bir gelip dürtüyor işte.
Aklım hala o fotoğrafta
O ağrılı gecenin sabahında gördüğüm bu rüyayla kendime gelememiştim. Evet bütün bunlar bir rüyaydı lakin mahallemizde oturan Mehmet Amcanın kanserli bir torunu yoktu.
Ağrılarım git gide şiddetini göstermeye başlamıştı. Rüyayı kafama takacak durumda değildim. Halsizlik, baş ağrısı sancı, bitmek bilmiyordu. Gerçeklerle yüzleşmekten köşe bucak kaçıyordum. Günlerden beş hazirandı Ben Nilgün Kaya. O gün kanser olduğumu öğrenmiştim.
O gün o fotoğrafın o rüyanın ne anlama geldiğini o an anlamıştım. Rüyadaki bana benzeyen solgun yüzlü saçları dökülmüş çocuk benmişim. Tuzla buz olmuştum ayakta duracak kapısını çalacak kimsem yoktu. Tedavi için çok geç kalınmıştı. İşte şimdi ölümün ellerini tutuyordum hissediyordum gideceğimiz yere kadar eşlik ediyordu bana. Sonrası meçhul.
Bundan sonrasının devamını getiremeyeceğim ölümün önüne geçilemezdi.
“Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”