Bazen anlayamıyorum. Menevişli kuşu, sokaktaki satıcıyı, koltuktaki babamı, hatırımdaki dostumu, mutfaktaki annemi, komşu evden gelen garip sesleri... Gelen giden ne varsa yahut ölmeye yakın kim varsa anlayamıyorum. Düşünüyorum anlamazlığım daha çakılıyor zihnime. Bazen kuşları anlıyorum sadece. Neden yerde olmadıklarını. Ne gerek var bunca hengamenin içinde kendine yer aramaya?
Hep uzaklara dalıyorum derler, ben pek uzaklık nedir bilmem. Onu da anlamam. Belki ağaçtaki armuda uzanamama belki bir kuş uçuşuna tutunamama yerde ya da ayaklarının gidemediğine aklını yollama. Bilmiyorum, uzaklık pek çetin. Bundan sebep ben yakınlara dalarım, işime gelir. Açarım pencereyi Saniye Teyzenin perde motifine dalarım, yerdeki yaprağın rengine, davulun bile dengine, hurdacının ağır torbasına...
Yakın olan az öncedir. Uzak ise çok önce. Ben o kadar öncelere gidemiyorum. Sonralardan bir öncekinde kalıyorum.
Şimdi sorsa birileri burada ne anlatmak istedin diye, ona da cevabım olmaz. Dedim ya ben o kadar öncelere gidemiyorum ötelere de.