Yemyeşil ormanların ardında, yüksek bir dağın yamacında bir köy varmış. İnsanların huzurla yaşadığı, kuşların farklı öttüğü ve her rüzgar esintisinde güzel kokuların olduğu bir köymüş burası.
Uzun yıllar insanların mutlu yaşadığı bu köye bir gün bir misafir gelmiş. Güler yüzlü, hoşsohbet bu misafiri herkes ağırlamak için birbiriyle yarışa girmiş, en sonunda her akşam bir evde kalması konusunda uzlaşmışlar.
İlk akşam kaldığı evde eşiyle mutlu ve iki tane çocuğu olan bir çoban yaşıyormuş. Bizim misafir bakmış herkes mutlu, gülümsüyor ama sofrada bir kase çorbadan başka da bir şey yokmuş. İçinden ‘’Bu kadar yemek kime yetecek’’ diye düşünüyormuş. Velhasıl sofraya oturmuşlar, bir kaşık, iki kaşık derken çorba bir türlü bitmek bilmemiş, ama sofradan da herkes doyarak kalkmış. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar hoşsohbet devam etmiş, yatma vakti gelince bakmış ki yerde sadece ince bir örtü. ‘’Nerede yatacağım’’ diye düşünürken evin hanımı bir battaniye ve yastığı örtünün üstüne sermiş ve bizim çoban;
-Allah rahatlık versin, deyip odasına geçmiş.
Sabah olmuş, bizim misafir o kadar geç uyanmış ki uyandığında sanki pamuk tarlasında bir gece geçirmiş kadar dinç ve mutluymuş. Yine bir anlam veremese de bu duruma ses etmemiş.
Gün boyu köyde gezmiş, insanlar sohbet etmiş ve herkesin hep gülümsediğini ve mutlu olduğunu görmüş ama bir neden verememiş.
İkinci akşam küçük bir bağı olan genç bir çiftin evine konuk olmuş. O kadar mutlularmış ki birbirlerine saygıda bir kusur etmek şöyle dursun her işlerin sonunda birbirlerine teşekkür ederlermiş. Yine sofraya oturduğunda bakmış yine bir tabak yemek. Şaşırsa da belli etmemiş ama ne hikmetse yemek herkesi doyurmuş hatta artmış bile. Misafirin dinlenmesi için bir oda vermiş genç çiftimiz, ama yine az bir eşya ve ince bir minder üstüne serili yataktan başka bir şey yokmuş. Sabaha kadar hayatının en tatlı uykusunu tatmış.
Sabah bu yaşadıklarına bir anlam vermeye çalışmış, köyün suyundan içmiş, meyvesinden yemiş, havasından solumuş ama bir türlü bu köydeki insanların mutluluğuna erişememiş.
Bunun sebebini bulmak istiyormuş çünkü 4 gecedir kaldığı her evde aynı durumu yaşamış ve kendi mutluluğu hep geçici olmuş. Beşinci gün köyün en yaşlısının yolunu tutmuş ve yanına vardığında yüzündeki gülümsenin rahatlığı, huzuru bizim misafiri hemen sarmış. Kafasındaki bütün soruları sormuş ve sebebini merak etmiş.
Köyün en yaşlısı adam şöyle cevap vermiş;
-Bizim köyde oturduğun her sofrada en az beş çeşit katık vardı ama sen görememişsin, yattığın yatakların hepsi de pamuktandı ama sen farkına varamamışsın.
Misafir şaşırmış ve hemen sormuş;
-Peki neden?
Köyün yaşlısı şöyle demiş;
-Sevgiyle yaklaşmazsan ve sana verilenlere şükretmezsen dünyanın en zengini olsanda önündeki nimet sana az gelir, yattığın yatak dikenli olur başında Dünya zenginliği telaşı olur.
Sevgi ve şükür, en büyük nimettir.