Loading

Özlenen Sokak Oyunları - Dokuz Aylık

9 aylık, alman kale, havadan, orta kafa gol

Halı saha maçlarında kaleci bulmakta sıkıntı yaşayanlar, maç boyunca teker teker kaleye geçenler ve bu duruma sövenler; beri gelin a dostlar.

Sana çok samimi olarak söylüyorum birazdan çok güzel bir seyahate çıkacağız seninle ve sen bu seyahatte birçok şeyin cevabını bulacaksın. Neden kimsenin kaleye geçmek istemediğini, herkesin neden forvet olmak istediğini, defans hattımızın neden bu kadar kötü olduğunu ve cinsiyetçi yaklaşımlarımızın bizleri nerelerden yakaladığını.

Türk futbol ve basketbol gelişiminin mihenk taşlarından bahsedeceğiz bugün. 9 Aylık, Alman Kale/Havadan ve Or*spu. Hiç kusura bakma dostum oyunun adı böyle ve ben bunu başkalarının yaptığı gibi kibarlaştırmadan söyleyeceğim, en azından bizim mahallede öyleydi ve bizim mahallede or*spuya her zaman or*spu denirdi.

9 Aylık ve Havadan futbol temelli oynanırken, Or*spu basketbol kökenliydi. Farkında mısın bilmiyorum ama futbol ve basketbol okullarıyla dolu şimdilerde her yer. İşte 80’lerin ve 90’ların spor okullarıydı bunlar. Hem beleş hem havadar hem de velinin sana refakat etmesine gerek olmayan merkezlerdi bunlar. Sokak Yaz Okulları.

Etrafındaki kişi sayısı mahalle maçı yapmaya elverişli ise bu oyunların yüzüne dahi bakılmazdı, gerçekleri kabul etmek gerekirse hiçbir zaman ilk sırayı kapamadı bu oyunlar mahalle maçının yanında. Bu gerçeği kabul ederek başlayalım ve geçen o güzel günlerin, o özlenen yılların hatrına birbirimize samimi olalım.

Bu arada birkaç cevap geliyor aklıma ama hala neden portakalı soyup başucumuza koyduğumuza dair tam bir fikrim yok ama onu da çözeceğiz.

En az 3 kişiyle oynanır 9 Aylık. Sayıyı azaltamaz fakat istediğin kadar çoğaltabilirsin, ta ki mahalle maçı yapılabilirlik limitine ulaşana kadar, çünkü çift kale tek kaleyi her zaman ezerdi. Genel itibariyle her oyunun başında olduğu gibi bir ebe seçmek gerekir ki bu ebe kaleye geçecek ilk kişidir. Belki de hiç oyuna dahil olamadan oyunu terk edecek kişidir de aslında. Bir an gözümde canlandı kaleye ilk geçenin ben olduğu ve oyuna dahil olamadan 9 aylık olup, kenardan masum masum oyunun geri kalanını izlediğim. Allah’ım sen koru Ya Rabbim, nasıl bir psikolojidir bu hala ürperirim.

Herkes top sahibi değildi mahallede. Topun sahibi kesinlikle oyunun kralıydı, derin devlet ise her zaman için sessiz ve sakin bir şekilde köprüyü geçene kadar ayıya dayı deme modundaydı. İşini bilirdi onlar. Kral, kral olduğunu düşüne dursun, oyunun sonunda galip gelemezse keyif veren tüm ekstralar derin devletin olurdu. Topun sahibisin ve oyundan çıkmışsın, daha kötüsü olamazdı. Paranın geçmediği dönemlerde bir statü göstergesiydi top sahibi olmak. Statü sahibi, kaleye ilk ben geçmem diyebilirdi, oyunun başlangıcını tayin edebilir, göklerden gelen bir emir vardır diyebilirdi. Ona tabi olmak senin boynunun borcuydu çünkü Kames 9 Kat senin değil, onundu.

Herkes sırayla topu sektirir, topu yere değdirmeden havada en fazla vuranlar paçayı kurtarır ve en az sektiren kaleye geçerdi. Bazen de ekibin top sektirmedeki en kötü olanı şöyle bir bakar, geçebileceği kimse yok ise ekipte hiç uzatmaz ve ben geçiyorum kaleye derdi. Yenilgiyi erken kabul edenler bugün iyiler mi? Mücadele etmeyi o zamanlardan bırakanlar hala aynı mı? Ve kaleye ben geçmem diyen topun sahibi, şu an topun hala Kames mi yoksa Mikasa’ya terfi ettin mi?

Hala nerde bir top görsem, içinde bulunduğum ortamı pek sallamadan alırım elime topu şöyle iki elimle ılık ılık, göbek hizasından hafifçe kendime doğru çevirerek ve biraz da kavis vererek bırakırım sol ayağımın üstüne ve başlarım sektirmeye. Hala yaparım antrenmanımı ve hala korkarım ekibin diğer elemanlarından daha az sektirmekten. Çünkü kötüdür kaleye geçecek ilk kişi olmak.

Sabit verilerle oyun oynamayı sevmezdik. Hiç bir şey sabit değildi. Kalenin ebatları her daim değişebilirdi. Yatay uzunluk sabit olsa bile dikey uzunluk kesinlikle her zaman değişirdi. Dikey uzunluk kaleye geçen kişinin boyuna göre belirlenirdi. Elini iyice yukarı uzatır ve biraz zıplardı. İşte tam da orası bizim hayali üst direğimizdi ve havadan giden her top sonrası olmayan, görünmeyen bir direk yüzünden ne analar ne bacıların kulakları çınladı. Kenarlara konulan, kaleyi belirleyen yan taşların da sıkıntısı az değildi hani. Yok üzerinden gitti mi gitmedi mi, yok içerden mi dışardan mı? İşte bunların da önüne geçmek için mahallenin en haylaz en sevilmeyen bebeleri de yeri gelir o taşın üstüne çıkarılır ya da direk taşın yerine dikilirdi. Mahalle ortamına abilerin yanında direk olarak girenlere selam olsun.

Kaleye geçecek kişi belirlendikten sonra kalenin 1 ya da 1.5 metre kadar önüne bir çizgi çekilir veya bir işaret konurdu. Kaleci bu çizgiyi geçme hakkına sahip değildi. Bu küçük dünyasında son derece konsantre bir şekilde kendisini kaleden çıkaracak hamleleri yapmak için sinsi planlar yapmakta özgürdü sadece. Bu sinsi planlarının yanında belki de tek eğlenceli yanı oyunu başlatırken ya da oyun esnasında dışarı çıkan topu tekrardan oyuna dahil ederken istediği yere fırlatmasıydı topu. İstediği gibi birisinin üzerine de atabilirdi ya da gaza gelip kafa vurması için oyun dâhilindeki birisine kafalık top atardı stratejik bir şekilde. Futbol kulüplerindeki kaleci çalıştırıcılarına sesleniyorum buradan, oynatın kalecilerinize bu oyunu. Gol yersiniz belki ama topu oyuna her zaman zekice sokarsınız.

Kalecinin topu oyuna sokması ile oyun ve eğlence başlar. Kaleci hariç herkes topa bir kere değme hakkına sahiptir. Bir kere dokunduktan sonra başkası dokunmadan top tekrar sana değerse kaleye geçersin. Karşılıklı paslaşarak gol atmaya çalışırsın ve kaleye giren her top karşılığı kaledeki kişinin hanesine 1 sayı yazdırırsın. Yani kaleci 1 aylık olmuş olur.  2 gol atarsan 2 aylık, 3 gol atarsan 3 aylık olmuş olur.

Aylık ne demek diye sorar isen ikinci paragrafta bahsi geçen cinsiyetçi yaklaşıma gönderme yaparak, bir insanın gebelik süreci derim. Yani kaleye geçen kişi bir kadın, yediği her gol gebelik sürecindeki 1 ay ve 9 ayın sonunda da çocuğu doğurup oyundan çıkıyor. Oyunun basketbol versiyonu olan Or*spu’da ise ebenin 9 aylık olduktan sonra kürtaj hakkı oluyor. 9 Aylık’ta kürtajın neden olmayıp da Or*spu’da olduğuna sonra değineceğim. Oyundaki terimler, oyunun oynandığı dönem itibariyle rahatça konuşulmayan konular üzerine kurulu ve mahalle baskısı altında ilk fırsatta kendini gösteren cinsiyetçi yaklaşımlarla çevrilmiş. Hatta kaleci ilk golü yediği zaman kızlık bozuldu esprileri havada uçuşur ve golü atan kişi oyun boyunca kaleciyle dalga geçer. Senin neyine be kadın oyunun dâhilinde kalmak, hele ki eline çocuğunu almışsan. Geç kenara ve bizi izle sesini çıkarmadan. Alttan alta neleri işlemişler ya da biz neleri işlemişiz kendimize.

Bu oyunların nerden çıktığına, hangi oyundan evrildiğine, oyun içerisinde kullanılan terimleri asıllarının ne olduğuna ve yöresel olarak nasıl değiştiğine ve en önemlisi bir oyunun yıl içerisinde hangi dönem içerisinde oynanması gerektiğine kimin ya da kimlerin karar verdiğine dair gözlemlerimi başka bir yazıda toplayacağım. Dağılan gizli bir örgüt var eminim. Onların yüzünden sokak oyunları ortadan çekildi. İnlerine gireceğiz. Bulup tekrardan faaliyete geçireceğiz bu örgütü, inanıyorum.

Ebe, 9 aylık olmadan kaleden çıkamaz ise oyunun dışında kalırdı. Bir oyuncu topa değdikten sonra başka birisi değmeden tekrar değerse, topu dışarı atarsa veya dokunduğu topu kaleci yere değmeden havada yakalarsa kaleye geçerdi.

Kurallar kesinlikle çok basit ama asıl oyun, oyunun içindeydi. Kaleye geçmemek için neler neler... Risk almayan, kesinlikle şut çekmeyen, sakin sakin pas veren, arkadaşından seken top dışarı yavaş yavaş giderken elini taşın altına koymayıp, onu kurtarmaya çalışmayan, yaralı parmağa işemeyen arkadaş, ne yaptın hayatın şahane mi? Bunun yanında bir de yalandan poz kesmeleri vardır bunların. Küfür yeme potasına girdiklerini fark ettiklerinden dolayı yalandan da olsa şut çekerler sanki tüm gücüyle vurmuş gibi yaparak. Gözümün önündedir şutu çektikten sonra elini beline koyup hasiktir ya demeleri.

Genel hatlarıyla bu kurallar içerisinde seyir eden oyunda, 9 aylık olarak ayrılan ilk kişi anne olarak nitelendirilir ve son golü atan kişinin daha önce var ise hanesindeki sayıları silinirdi. Haneden sayı silinmesi sadece bu yol ile mümkündü. Aksi takdirde bir oyuncu, oyun içerisinde kaleden oyuna girdiğinde hanesindeki sayı akılda tutulur ve geri kaleye geçtiğinde o sayı üzerine eklemeler yapılırdı.  Yerine göre değişen kurallarda ya son golü atan kaleye geçer ya da kaleden ayrılan anne istediği bir kişiyi kaleye geçirirdi. O yüzden herkesle iyi geçinmeye çalışılan bir oyundur bu ama oyun içeresinde birisiyle zıtlaşmanın tadı da apayrı güzeldir. Kucağında bebeğiyle kenara geçen anne yanına gelecek olan aile bireylerini beklerdi. Oyundan sırasıyla ayrılan kişiler kız kardeş, büyük kız kardeş, teyze, dayı, amca ve baba olarak isimlendirilir ve aile tamamlanmış olurdu. Farkındaysa ataerkil toplum yapısını dibine kadar işliyor bu oyun. Sıralamada ilk elenenler anne tarafı akrabalarından seçiliyor. Oyunda sona kalan iki kişi seri penaltı atışları yapar ve galip belirlenirdi. Galip baba, finalde kaybeden ise amca olurdu. Yerine göre sadece baba olmak yetmez ise oyuna ceza da eklenebilirdi. Baba tüm aileyi duvar dibine dikip şut çekebilirdi ki zaten babanın aileyle dalga geçmesinin verdiği zevk bu tarz cezaları pek aratmıyordu. Hanım suyu ısıt demesiyle gülüşmeler yükselirdi karanlığa perde açan gökyüzüne.

Alman Kale ise tamamen aynı kurallar çerçevesinde oynanan bir oyundur. 9 Aylık oyunundan 2 farkı vardır. Bunlardan birincisi, oyuncular topa istedikleri kadar dokunabilirler. İkincisi ise, gollerin hepsinin havadan olması gerekir ve yerden giderek gol olan top şutu atan kişiyi kaleye geçirirdi. Oyun havadan atılan gol esaslı olduğu için diğer adı havadan yeri geldiğinde ise orta-kafa-gol bile olmuşluğu vardır.

Peki, Havadan’ı anladım da Alman Kale nedir be arkadaş. Kim neden koydu bu oyuna bu ismi? Almanlara yerden hiç mi gol atamadık zamanında, yoksa Nazilerin meşhur hava kuvvetleri mi çağrışım yaptırdı sana? Yoksa Almanya kökenli bir oyundu da gurbetçi bir abimiz mi getirdi bize bu oyunu. Örgüt üyesi sana sesleniyorum! Bul bizi.

Bu oyunu asıl güzel yapan yere geldik şimdi. Oyunda atılan goller güzelliğine, zorluğuna ve estetiğine göre değer kazanırdı. Stille atılan gol 2’lik, kafayla atılan gol 3’lük, voleyle atılan gol 4’lük, beşikten atılan gol 5’lik ve röveşata ile atılan gol ise 9’luktu. Kabul ediyorum voleyi ve röveşatayı görmedi bu gözler. Zira ağır risk içerirler. Görenler ya da deneyenler yeşillendirsin bizi ve biz de tanışma şerefine nail olalım bu yiğitle.

Or*spu oyununda ise ebe potanın altında bekler, oyuncular başta ve sonda bir kişi olacak şekilde potaya yakın yayın etrafına yani ampulün etrafına dizilerek pozisyon alırlardı. Potayı karşımıza aldığımız zaman sağ taraftaki kişi oyuna ilk başlayan oyuncudur. Sabit olarak durduğu yerden topu potadan geçirmeye çalışırdı. Eğer atışı başarılı değil ise bir sonraki oyuncuya geçerdi top. Eğer son kişi topu basket yapamaz ise o kişi potanın altına geçer, yani halka bir yana kayar ve hanedeki sayılar akılda tutulup onların üzerine deva ederdi.

Oyunun önemli 2 kuralı vardır. Son kişi eğer topu basket yaparsa tur biner ve aynı ebeyle bir tur daha dönerdi. Senden önceki kişi iyi atıcıysa vay haline. İkinci kural ise bir kişi arka arkaya 3 basket yapar ise tur yine biner kimi zaman ise hanesindeki sayılar silinirdi.

Daha önce bahsettiğim gibi bu oyunda 9 aylık olan ebeye bir de kürtaj hakkı verilirdi. Bayağı uzak bir nokta belirlenir ve oradan basket atması istenirdi. Basket atarsa ya tüm sayıları silinir ya da kurallara göre 1 sayısı silinip oyuna devam eder sıradaki kişi pota altına geçerdi.

Amcaların, teyzelerin kol gezdiği 9 Aylık’ta tabi ki kürtaj olamazdı, o çocuk o mahalleye gelecek ve hanemize renk katacaktı fakat bir or*spunun gayri meşru çocuğunun mahalleye gelmesi pek hoş görülecek bir şey değildi. Nerede kalırdı yoksa mahalle baskısının şemsiyesi ve nerede kalırdı ipotek altına alınmış iradeler. Bu yüzden bir hak daha verilirdi kendisine. Tezat şu ki, inadına uzak seçilirdi o noktalar ve inadına atılamaz...

Çocuklar gibi tedbirsiz, gezginler gibi tetikteyiz. Sokaktayız.

 

Emre Akgümüş
Standart Üye / 5 Yazı / 35,4K Okunma

87 yılında Ankara'da hayata gözlerini açan yazar; Ankara aşığı, girişimci, dansçı ve biraz da saraç.

Kaan 18 Eylül 2018 - 21:04:39

Yanıtla

Çok güzel bir seri olacağa benziyor, 90'larda çocuk olmanın tadını bu yazılarda buldum ve çocukluğuma giderek keyifle koşturdum, terledim, oyun oynadım, kendimi buldum... Elinize sağlık, merakla bekliyoruz yazılarınızın devamını...


Yorum Yap

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

ya da üye olmadan yorum yap ve onaylanmasını bekle.
ÜST