Size şimdi anlatacaklarım iki sene öncesindeki o kabus gecenin bir anısı değil. Bunu anlattılar zaten. Size anlatacağım hainlerin vicdansız oyunları değil ne var ki bunu da anlattılar zaten. Size anlatacağım bir şehit eşinin, bir şehit annesinin gözlerinde bizzat şahit olduğum hüzündür. İşte bunu daha evvel anlatmadılar.
Ankara TOGEM başkanı olan teyzem geçen sene annemi ve beni arayıp kahvaltıya çağırdı. Gittiğimizde tek davetlinin biz olmadığımızı anladık, işte bu şekilde sıcak bir aile kahvaltısında tanıştım Nihal ablayla. 15 Temmuz şehidi Erol Olçok’un eşi, 15 Temmuz şehidi Abdullah Olçok’un annesi Nihal Olçok. Yüzünde kocaman gülümsemesi olan, eğlenceli, konuşkan bir kadın. Teyzemin arkadaşı olduğunu, uzun senelerdir çok samimi olduklarını o kahvaltı masasında öğrendim.
İlk etapta yaşımın küçüklüğünden ve ne konuşacağımı bilemediğimden mütevellit sessiz kaldım bir süre. Herkes havadan sudan sohbet ederken ben masadan kaldırmadım çok bakışlarımı. Bilmiyorum neden ama Nihal ablayla göz göze gelmek istemedim. O bu vatan için oğlunu ve eşini şehit vermişti, onun yanında olmak kendimi eksik hissettirdi bana. Bu yüzden göz göze gelmek istemedim sanırım. O gülerek bir şeyler anlatırken can kulağıyla dinledim fakat çok nadiren kafamı kaldırıp yüzüne bakabildim. Halbuki bir yandan da merak ediyordum. Yüzüne bakmak, acısını nasıl güzel gülümsemesiyle gizlediğine tanık olmak, verdiği şehitlerle nasıl gurur duyduğunu gözlerinden görmek istiyordum. İşte bu ikilemde, gözlerim bir masada bir Nihal abla da devam etti kahvaltı. Ta ki içeri kuzenim girene kadar. Baran…
İçeri girmesiyle –şanslıyım ki o an cesaret edip Nihal ablaya bakıyordum- kadının yüzü aydınlandı. Sanki başından beri bu masaya onun için gelip oturmuş, sanki başından beri Baran’ı bekliyormuş… Baran da onu görünce içtenlikle gülümsedi. Birbirlerine ilerleyip sıkıca sarıldılar. Masada derin bir sessizlik oldu. Herkesin bakışlarını kaçırdığı o yerde ben dikkatle, hatta belki rahatsız edici bir dikkatle, onları izlemeye devam ettim. Birkaç saniye sonra teyzemin gözlerindeki ıslaklıkla anladım olanları. Baran ve Abdullah arkadaşlardı. Baran’a sıkıca sarılması, ayrılmak istememesi hep bu yüzdendi.
Geri çekildiğinde gözlerinde saklayamadığı bir hüzün vardı. Bir şey söylemeden geçti oturdu yerine. Masadaki sessizlik saniyeler sonra bozuldu. Herkes daha deminki an yaşanmamış gibi devam etti sohbetine. Hatırlatmak istemediler, konuşmak istemediler, üzmek istemediler. Bu şekilde sürdü kahvaltı. Nihal abla, Baran’ın gelmesinden itibaren kahvaltı sonuna kadar ne bir şey konuştu ne de masadan başka bir yere baktı. Ben böyle sürecek, gidene kadar tek kelime etmeyecek diye düşünürken o kahve servisi yapıldığı sırada elindeki mor yaldızlı kahve fincanına bakarak sessizce şu cümleyi kurdu: “Tüm çocuklar Abdullah’ım gibi kokuyor.”
Kahvaltı masasında kuzenime sarıldığı andan beri bu cümleyi telaffuz etmek için cesaret topladığını o an anladım. Göğsüme ağır gelen nefesimi yavaşça dışarı bırakırken Nihal abla kafasını kaldırdı ve yüzüme, direkt gözlerimin içine baktı. Bana bakıyor ama beni görmüyor gibiydi. Kilitlendim. Acısını içine gömmüş fakat gözlerinden içinin yangınını ele veren bir annenin sessiz çığlığına ortak oldum.
“Tüm çocuklar Abdullah’ım gibi kokuyor.” Dedi tekrardan. Kurduğu cümle bir urgandı, boğazıma sarıldı. Sıktı sıktı sıktı… Sesindeki acı bir mengene… Göğsümü sıktı sıktı sıktı. Gözlerindeki hüzün bir tabancaydı. Tam alnımın ortasına, tek kurşun… Sıktı.
Ben o gün farkında olmadan bir annenin bu dünyada yaşadığı en büyük yangına şahit oldum. Nefes aldığı her günde yeniden ölen ve bununla gurur duyan birinin kabrine tanık oldum.
Allah bu vatan için, bu devlet için, bu bayrak için gözünü kırpmadan hakka yürüyen tüm şehitlerimizin şehadetini kabul etsin.
Allah hepsinden razı olsun. Bu toprak için şehit olandan da, bu toprak için şehit verenden de.
Allah senden de razı olsun Nihal abla.