MIDNIGHT EXPRESS: SİNEMADA BİR SUÇUN ANATOMİSİ
Yönetmen Allan Parker imzalı film 1978 tarihli bir ABD yapımı. John Hurt gibi dünyaca ünlü bir yıldızın da oyuncu kadrosunda bulunduğu Altın Küre ve Oscar ödüllü bir yapım. Filmin başında “Bu film tamamen gerçek hikayelerden uyarlanmıştır.” uyarısıyla yönetmen, seyirciyi hikayeye çekmeyi hedeflemiş. Peki ne kadarı gerçek? Ve ötesindeki hikaye tam olarak ne?
Sinema 7. Sanat olarak değerlendirilen son derece karmaşık ve insan emeğinin ortaya çıkardığı eşsiz eserlere ev sahipliği yapabilme gücüne sahip bir bir araç. Fakat bu araç estetikten öte propagandaya hizmet ederse o sanat eseri tüm değerini yitirir. Midnigt Express bu propaganda filmlerin tarihteki en net örneklerinden birisi. Bunu anlamak için filmin çekildiği dönem siyasi konjektörü ele almamız gerekir. Çünkü filmin çekildiği dönem Türkiye ve ABD arasında yaşayan meşhur haşhaş krizi sonrasına denk gelir. 26 Haziran 1972’de Amerika’nın baskısıyla Türkiye’de haşhaş ekimi yasaklanır. Sebep olarak Amerika’da artan bağımlılık gösterilir. Türkiye, haşhaş üretimi konusunda döneminin lideri konumundayken Amerika’nın etkisiyle ekimi zamanla kısıtlayarak en sonunda tamamen yasaklar ve geçimini bu yolla sağlayan binlerce çiftçi büyük bir tarımsal ekonomik krizle yüz yüze gelir. Bu dönemde ülkemiz, üreticisi konumunda olup ihracatını yaptığı morfini bile dışardan ithal edecek duruma gelir. 1973 seçimleri sonrası kurulan koalisyon hükümeti haşhaş ambargosunu kaldırarak belirli illerde ekime izin verdiğini duyurur. Bu haber Amerika tarafından son derece agresif karşılanır ve neredeyse savaş sebebi olarak algılanır. Kıbrıs harekatı da tam böyle bir siyasi atmosfer içerisinde gerçekleşir. Amerika, yakın siyasi tarihimizde neredeyse herkesin diline pelesenk olan meşhur ambargoyu bu olaylar neticesinde uygulamaya koyar. İşte Midnight Express tamda böyle bir siyasi karmaşanın sonrasında tamamen gerçeklere dayandığını iddia eden bir kurgu ekseninde bir propaganda filmi olarak çekilir.
Şekil 1: William Hayes’in kaçakçılık yaparken yakalanıp polis merkezine getirilmesi (filmden örnek bir kare)
Bu filmin çekimleri Malta’da gerçekleştirilmiş. Malta kökenli insanlar, İtalyan ve ermeni oyuncular Türkleri temsilen rol almışlardır. İstanbul sokakları diye gösterdikleri tozlu Malta yolları arka plana eklenen cami silüetleriyle zenginleştirilmeye çalışılmış fakat ne şehrin ne de insanların gerçek fenotipini yansıtmaya yaklaşamamıştır. Türkçe bilmeyen ve aralarında hiçbir dile benzemeyen son derece anlamsız sesler çıkaran çeşitli etnik gruplara ait insanların her birinin farklı bir aksanda Türkçe konuşmaya çalıştığına şahit oluruz. Bu da bol trajediyle süslenmiş filmi estetikten yoksun kılan başlıca etmen olarak karşımıza çıkar. Filme göre William Hayes isimli Amerikalı bir genç havaalanında üzerinde 2 kilo esrarla yakalanır ve tutuklanır. Fakat William Hayes her ne kadar uyuşturucu kaçakçısı olsa da cezayı hak etmeyen cani Türklerin arasında işkenceye maruz kalmış masum bir Amerikalı olarak yansıtılır. Verilen cezanın dini nedenlere dayalı bir ceza olduğu algısını izleyicide oluşturabilmek adına; filmin çoğu sahnesine eşlik eden ezan sesi dikkat çekmektedir. Ayrıca filmde Savcımız “Kafirleri cezalandırmak lazım” nezdinde söylemleriyle William’a müebbet istemiyle dava açmıştır. Laik Türkiye Cumhuriyeti şeriatla yönetiliyormuş gibi bir algı yapılır. Hakim, William’a 4 yıl hapis cezası verir.
Şekil2: Hakim William Hayes’in Karar Duruşmasında
William; Türkler yüzünden benliğini yitirdiği bu korkunç hapishanede 3,5 yıl geçirdikten sonra bir gün haberler kötüleşir. Türk Hükümetinin onu ibreti alem olsun diye ömür boyu hapse mahkum edeceğini öğrenir. Üzerinde bulundurma suçu kaçakçılığa çevrilmiş ve karar üst mahkeme tarafından Ankara’da verilmiştir. İşte akıllara ziyan diyalogların yaşandığı 2. Mahkeme sahnesi bu noktadan sonra başlar. Eğer başarsa Amerikan gençlerine, Türkiye’den kaçırdığı maddeyi satacak ve yüzlerce genci zehirleyecek olan William adeta çarmıhtaki İsa’nın masumluğuna bürünmüş barbar Türklere (!) medeniyet dersi vermekte, bağırıp çağırmakta ve küfürler etmektedir. Karakterimiz, bu duruşmada Hakimin karşısında Türk milletine olan tüm nefretini kusar. Bu esnada hakim ona hak verircesine dinler “Ankara’dan elimiz kolumuz bağlı.” der. (Böyle bir şey mümkün mü?_) Bu sahnenin son derece ırkçı olduğu yönünde ülkemiz başta olmak üzere filme karşı tepkiler geldiğinde yönetmen Allan; filmde Türklere karşı bir eleştiri olmadığını, asıl eleştirinin adalet sistemine ve bağımlılığa karşı yapılmak istediğini açıklar. Tabi ki bu açıklamalar bir ulusun sabır sınırlarını zorlayan sahneler için son derece geçersizdir. Fakat filmin istenen piyarı yakaladığı ve hitap edilen kitlenin bu ırkçı sahneleri gözyaşlarıyla seyrettiği gerçeğini de unutmamak gerek. Yani propaganda son derece başarılı olmuş Midnight Express; akla zarar senaryosuyla milyonlarca insanın hiç bilmediği bir coğrafyayı oldukça karükatürize biçimde algılamasına sebep olmuştur.
Şekil 3: William HAYES Hakim Karşısında Savunma Verirken
Hikayenin gerçeklere dayanmadığı oyuncular ve Billy Hayes tarafından sonraki yıllarda kabul edilmiştir. Hikayenin orijinalinde kaçakçılık yaparken yakalanan Amerikalı Genç, Türkiye’de tutuklanır. Diplomatların ve ailenin çabalarına rağmen salınıp Amerika’ya iade edilmez. Fakat suçlu, firar edip Amerika’ya kaçmayı başarır. Midnight Express ise onu kurtarmaya çalışırken iflas eden borç batağına saplanan babasının borçlarının belli kısmını ödemesi için kabul ettiği abartılı bir senaryodan ibarettir. Senarist Oliver Stone yıllar sonra filmde yer alan abartılı, ırkçı sahnelerden dolayı Türkiye’den özür dilemiştir. Billy Hayes ise Türkiye’ye dair anılarının filmde aktarıldığı gibi olmadığını dile getirmiş ve senaryodan dolayı vicdan azabı çektiğini dile getirmiştir. Oscar ve Altın Küre gibi prestijli ödüllere sahip bu film sanatın evrensel beğeni kriterlerinin ne olduğunu günümüzde hala sorgulatmaya devam etmektedir.
.