Loading

Citizen Kane (Yurttaş Kane) Film Analizi

“Narsizmden İçimizdeki Çocuğa Katmanlar”

Citizen Kane Poster

Citizen Kane. 1941 yılında Orson Welles  tarafından çekilen ve tüm zamanların en başarılı filmi olarak değerlendirilen kült şaheser. Modernizm’in insan hayatına hırs ve açgözlülük duygularıyla  dayattığı tahakkümünü gözler önüne seren destansı bir anlatı. Film artık kimse tarafından cazibesi kalmamış ve yarattığı imajın içine hapsolmuş ölüm döşeğindeki Kane’in  son sözünden köken alır. ‘Rosebud.’ Elindeki cam kürenin düşüp parçalanmasıyla etrafa saçılan cam kırıkları mülkiyet  hırsıyla, samimiyetin kaybıyla  heba olan hayatının parçalarıdır. Betimlenen Amerikan Rüyasının içinde egosantrik bir ömür geçiren Ünlü Demagog’un son nefesteki pişmanlığı. Bir nefes, kırılan cam küreye o cam küre söylenen bir sözcüğe referans verir ve o sözcük tüm zamanların en etkili filmlerinden birini inşa eder.Kane’in ölümü medyada şu cümlelerle yer bulur:

‘Dünyanın bütün nimetlerine sahip bir imparatorluk kuran, çağın en kudretli simgesi, piramitlerden beri bir insanın kendisi için yaptırdığı en pahalı anıt olan Xanadu’nun sahibi’

 Ahlaki değerleri heba etmek uğruna metaya sarılan ve ölümünden sonra senelerce elinde tuttuğu medya tarafından bir firavuna benzetilen Kane’in hayatını  onu tanıyan 5 kişinin ağzından dinleriz . Gerçeği çarpıtan ve gücü önceleyen kötü bir gazeteci olan Kane’in  ölümünden sonra bir manşet gazetecisi tarafından magazinsel bir merakla irdelendiğini görürür. Rosebuld’un anlamını çözmeye çalışan bu adam Kane’i tanıyan 5 kişiyle görüşür ve bu görüşmelerle Kane’in hayatının farklı dönemlerindeki katmanlara iner. Kendi çıkarları ve politik emelleri için senelerce kullandığı basın şimdi onun ölü bedeni üzerinde tepinmekte ve merak uyandıran bir bilgiyi okuyucularla paylaşmak için hayatının mahremiyetini gözler önüne sermektedir. Thatcher, Bernstein, Susan ve Leland’dan Kane’e dair anlatıları olayların yaşandığı sahnelere geçiş yaparak gözlemleriz.  Bu karakterlerin her biri mesleki ve bireysel ilişkileri çerçevesinde kendi Kane’nini tasvir eder:

Walter Parks Thatcher: Thatcher’ın günlüğünden, Kane’in The Inquirer’ı yönetmeye başlayana dek başından geçenleri öğreniyoruz. Bu karakter aracılığıyla Kane'in anneyle olan bağını ve çocukluğuna dair izleri görme fırsatı buluyoruz. Çocuk KANE ıssız bir dağ evinde yağan karların altında oynamaktadır. Hayatının ve kaderinin şekillenmesinde en büyük etkiye sahip isimler içeride onun geleceğine dair karar verirken o pencerenin ardında her şeyden habersiz oynamaya devam ediyor. Deep focus tekniğiyle çekilen tek parçanın değil tüm kadrajın eşit biçimde net olmasını sağlayan sahneler seyirciyi odaklanması gereken alan konusunda özgür bırakıyor.  Arka tarafta 7 yaşında her şeyden habersiz koca bir servet sahibi çocuk Kane masumca oynarken ön  tarafta yetişkinler onun tüm hayatını şekillendirecek bir toplantıdadır.

Jedediah Leland:İş arkadaşı Leland; Kane’in gazeteci kimliğinin seneler içerisinde nasıl yozlaştığını, çelişkili tutumlarını ve iki yüzlülüğünü görmemize fırsat sunar. İlk eşi Emily ile olan ilişkisinin ideolojik görüş farklılıkları yüzünden nasıl bir çıkmaza girdiğini bir dakikaya sığdırılan  klip vasıtasıyla analiz ederiz. Politikaya girişi ve skandalları, eşini aldatması ve bunun sonucunda şantaja uğraması, seçimi kaybetmesi, anıtsal yükselişi ve hazin çöküşü bu sahnelerde derinlikli biçimde işlenir.

Mr. Bernstein: Sahibi olduğu The Inquirer gazetesi müdürü. Kane’in etkileyici liderlik vasıflarını görmemize fırsat sunan film karakteri. Kane, Düşük tirajlı The Inquirer gazetesini izlediği akılcıl yollarla Newyork’un en çok satan gazatelerinden biri haline getirmeyi başarmıştır. Bernstein, sinemada alışılagelmiş Yahudi karakterlerin aksine ılımlı, hesapçı ve kurnaz olmayan bir karakterdir. Kane ile olan diyaloglarında yer yer sorgulayıcı olduğu, fikirlerini ifade etmekten çekinmediği görülmektedir. Kane’in liderlik özellikleri sayesinde gazeteyi New York için önemli bir konuma taşımasına ve devamında yaşadığı güç zehirlenmesine birebir şahit olan  isimdir. Yurttaş Kane’e dair şu vasıfları Bernstein sekansında yer alan parçalı anlatımda görme fırsatı buluruz. O, ileriye dönük gerçekçi planlar yapma konusunda başarılı, bu uğurda ortaya koyduğu ilkelere bağlı, yetenekli ve özgüvenli biridir. Bunlar iyi bir lider olmasında ve başarıya ulaşmasında etkili kriterler olmuştur. Oluşturduğu Medya imparatorluğunu yayınlamış olduğu prensipler ilkesine uygun biçimde şekillendirmiştir. Gazetecilik ilkelerine bağlı olarak başladığı yolda halkın gerçeğe erişmesinin önündeki engelleri kaldırma prensibi zamanla gerçeği inşa etmeye dönüşmüştür. Tüm zamanların üzerine en çok konuşulan filmlerinden biri olan Citizen Kane;  kariyerinin zirvesine 25 yaşında kavuşan genç yönetmenin bulmuş olduğu ilk fırsatta sınırsız bir fikri hürriyetle, sinemasal özgürlüğün çocuksu bir masumiyetiyle çektiği bu filmi, günümüz demagoglarının ve liderlerinin, para uğruna gerçeği çarpıtarak güç ve hegomanyanın sürmesine katkı sunan gazetecilerin ilkelerle inşa ettiği yolları güç ve hırsla yıkmasını seksen beş yıl öncesinden beyaz perdeye taşımayı başarmıştır.  Zamanla otokontrolünü kaybeden karakterimiz, gücünü olumsuz kullanmaya, ahlaki değerleri önemsememeye ve iş arkadaşları üzerindeki güvenini yitirmeye başlar. İş arkadaşları, Kane’in üzerlerinde kurmuş olduğu baskı sonucu boğulur. Onları kendi idealleri ve hırslarına biat etmeye zorlayan Kane, ahlaki bir mesleki kimlik inşa etmelerinin ve hedeflerini gerçekleştirmelerinin önüne geçer. Zamanla dönüşmüş olduğu egosantrik figürün çelişkileri takipçileri üzerinde olumsuz duygulara ve karşıt hamleler yapmalarına sebep olur. Kane, bu insanları senelerce onun yanında olmalarını, vermiş oldukları emeği hiçe sayarak anında kovar. Böylelikle profesyonellik ve liderlik vasıflarından bu yanlış tutumları sonucu giderek uzaklaştığını ve sevgiyi ve saygıyı hak etmekten çok uzak bir kimliğe büründüğünü hissederiz. Gözlerimiz bu mide bulandıran medya baronuna karşı Inquirer gazetesini insanların gerçeği bulacağı bir basın menşei olarak sunmak isteyen  idealist lideri arar.

Kane:“Herkes bundan kimin sorumlu olduğunu bilecek ve Inquirer’da gerçeği anında, yalın ve eğlenceli bir biçimde bulacaklar. Hiçbir şeyin bu gerçekleri engellemesine izin verilmeyecektir. Bununla birlikte bir yurttaş ve insan olarak sahip oldukları haklar için onlara savaşan ve yorulmayan bir şampiyon sunacağım.”

Susan Alexander Kane :  Sokakta tesadüfen tanıştığı, Amerikan toplumunun bir parçası olan pek te enteresan bir yönü olmayan kadın. Kane’e çocukluğunda bıraktığı hayatı ve masumiyeti hatırlatır. Çıkmaza giren ilişkisinden kurtulmak için bir sığınak olarak gördüğü Susan’la evlenir. Onun için inşa ettiği opera binasında devleşeceğini ve ölümsüzleşeceğini hayal eder. Zenginliği ve gücüyle bu mütevazi kadının hayatında korkunç yıkımlara sebep olur. Kane, Susan’ı karmaşalarla dolu hayatına geçmişi çağrıştıran bir huzur olarak davet eder. Onun için ilk etapta egosunu kenara iter. Amerikan başkanlığını kaybetmek pahasına bir skandala imza atar ve karısını onunla aldatır. Fakat Suzan’ın eğitilebilecek seviyede bile bir sesi yoktur. Ondan yaratmaya çalıştığı star kimliğini karşılayacak vasıflara sahip değildir. Her ne kadar bu gerçeği değiştirebileceğini, elinde tuttuğu medyayla onun duayen bir sanatçı olduğunu dikte edebileceğini sansa da bunu başaramaz. Kaybettiği masumiyetinin en bariz parçası olan bu kadını parlatma ve şekillendirme isteği hüsranla sonuçlanır. Nihayetinde beklentiyi karşılayamayan ve yataklara düşen Susan olur.  

Susan:” “İnsanların ne düşüneceğini umursamıyor musunuz?”

Kane: “Ben bir otoriteyim. New York ile Şikago arasındaki bütün gazete işletmeleri benim. İnsanların ne düşüneceğini ben belirlerim”

‘XANADU’

   Sevgili Kane’in hayattaki gücünün ve varlığın mekansallaşarak vücut bulmuş hali. İnsanları ve nesneleri adeta yutan devasa ve megaloman bir şato. Uzun ve geniş pencerelerin altında birbirlerini duyabilmek için bağırarak konuşmak zorunda olan uyumsuz çifti depresyona  ve çıkmaza hapseden olağandışı bir konut. İhtişamının içindeki yalnızlığı, hayatın kırılganlığını, metanın insan ruhu üzerindeki ezici yıkımını tasvir etmek amacıyla inşa edilmiş bir korku şatosu. İçinde barındırdığı on müzeye yetecek kadar heykelleri, ağaçları ve kocaman bir hayvanat bahçesiyle yarattığı israfın karşılığında soğuk ve işlevsiz bir mekan organizasyonu ortaya çıkaran  mimari facia.

  İşte Susan’ı sıradan mutluluğundan lükse ve şatafata taşıyan Kane’in ona sunmuş olduğu hayat bu yalnız şatoda kendini böcek gibi hissetmesinden ibarettir. Nihayetinde Kane’i terk eder. Yurttaş Kane, bu malikanede modernitenin ete kemiğe bürünmüş bir başarısızlığı olarak tek başına kalakalır. Hayatı boyunca yalnızca kendi için yaşayan, büyüklenmeci, diğer insanları alaya alan ve kendi hedefleri doğrultusunda maşa olarak kullanan, gazeteciliğinde gerçeği değil dikte etmek istediği fikri sunan, parasıyla herkesi ve her şeyi satın alabileceğini düşünen bu adamın  ömrünün son döneminde narsist kimliğiyle ve yaptığı hatalarla yüzleştiğine şahit oluruz. Sevgili eşi Susan’ın onu tanımlamasına hak verirken insanoğlunun mal mülk karşısındaki hayranlığının günümüzde hala yoğun biçimde  devam etmesine hayret ederiz.

Susan: “Heykeller ve resimler dışında kırk dokuz bin dönümlük alanda tek başıma yaşıyorum. Yüz binlerce dolara aldığın heykelle benim bir farkım yok. Onları da alıp bir yere koyuyorsun bir daha yüzüne bakmıyorsun. Sen beni kendin için seviyorsun, ne yapıyorsan kendin için yapıyorsun”

Raymond:  Hikayeyle organik bir bağı olmayan bu karakter Sevgili Kane’in uşağı. Şahit olduğu bazı sahneler gereği beşinci tanık olarak karşımıza çıkıyor.

 2.Dünya Savaşı: Almanya’da Nasyonal Sosyalist İşçi Parti’sinin öngörülemeyen yükselişi Avrupa’yı kasıp kavururken ABD dünya Jandarması olma yolunda anti komünist politikalarını tüm batı küreye dayatmaktadır. Böyle bir siyasi atmosfer içinde Faşist Nazi Almanyası Polonya’yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı’nı başlatır. Amerika’da savaşın sıcak gündemi tüm ulusu çalkalarken Citizen Kane, başkan Roosevelt’in müdahaleci politikalarına bağlı Orson Welles tarafından böyle bir dönemin içerisinde  çekilir. Bir savaş filmi olmamasına rağmen savaş dönemi Amerikan yurttaşının bilinç altını gözler önüne serer. Faşizm ve Komünizm korkusunu ve buna bağlı olarak gelişen sert müdahaleci Amerikan politikasının arka planını parçalı diyaloglarda görme fırsatımız olur. Zira Yurttaş Kane’nin ilk eşinden boşanma sebebi politik fikir ayrılığıdır. Toplum içine yerleşen kutuplaşmanın yozlaştırıcı etkileri eleştirilmektedir. Filmin çekildiği dönem sonrası manipülatif Amerikan politikasının güç odaklı her şey mübahtır ilkesini esas alarak barış getirmek vaadiyle işgal ettiği topraklardaki insanların iyi bir hayat yaşama imkanını ortadan kaldırması, filmde işlenen sınırsız servet ve gücün yozlaştırıcılığı temasıyla paralel niteliktedir. Orson Welles’in bu başyapıtı  istemeden de olsa zamanla kendi toplumun bir otoeleştirisine dönüşmüştür. Mevcut Amerikan başkanı Donald Trump, Kane karakterine karşı hayranlık duyduğunu ve pek çok noktada kendini onunla özdeşleştirdiğini itiraf etmektedir. Filmde yer alan Kane karakteri ve Trump’ın hayatına dair karşılaştırmalar eleştirmenler tarafından yapılmaya devam ediyor.  

Rosebud :Rosebud kelimesinin gizemini çözmek için yola çıkan Gazeteci Jerry Thompson kesin bir sonuca varamıyor.  İnsan hayatının panoramik bir trajedisi olan bu anlatı nihayetinde seyirciyi inşa etmiş olduğu discourge neticesinde günümüz modernitesinin de kapsamlı bir eleştirisi olma özelliğini sürdürüyor. Duygusal bir tatmin olmadan elde edilen maddi başarının bir yanılsamadan ibaret olduğu ve mutluluk denilen kavramla uzaktan yakından ilgisi olmadığı net biçimde ortaya konuluyor. Görünürde olanı kutsama, imajın doğallığa ve öze tercih edilmesi, ruhsal sorunların tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar aşılamayacak boyutlara erişmesi modern insanın çıkmazlarında filme dair ortak ögeler arasında. Herkesin zamanında kaybetmiş olduğu bir Rosebud'ı vardır. Personasının içinde masumiyetini kaybetmiş insanoğlu Rosebud’ını aramaya devam etmektedir. Ana rahmini temsil eden bu kavram hayatın tüm fırtınalarına karşı dönülmek istenen konforlu mağaradır. Anne bedeni içerisinde ihtiyacı olan besin maddesine göbek kordonu vasıtasıyla erişen bu masum bebek, kordondan ayrıldığı andan itibaren ağlamaya başlar. Ve bu dünyaya dört elle sarılması, mücadele etmesi gerekir. Bu süreçte kendi etik değerlerini şekillendirir. Acılar çeker, aşklar yaşar, yalan söyler, rol yapar, pişman olur, başarır, yükselir ve alçalır. Nihayetinde gün gelir kendini hiç olmadığı kadar savunmasız hisseder. İçinden bir parçanın koptuğunu hisseder. Rosebud işte budur. Erişilmesi imkansız olan geçmiş… Hayatının özel bir döneminde hissettiği saf ve çocuksu heyecan. Tüm ömrümden daha kıymetli ihtişamsız ama zerafetli bir huzur. Güç ve servetin içinde boğulmuş son nefesini veren bir adamın uğruna tüm varlığını verse de geri getiremeyeceği çocukluğu …

Nihayetinde şunu kabul etmemiz gerekir. Filmin sonunda belirtildiği gibi insan hayatı basit bir sözcüğe sığdırılamayacak kadar katmanlıdır. Ölümü vasisi Thatcher’in ağzından şu cümlelerle anlatılır: Kane’ nin kendisine ait sırları vardı. Kimseye sırrını vermezdi. Kendisine karşı çok cömertti ama sadece kendine inandı. Charles Kane dışında hiç bir şeye inanmadı. Charles Kane’in kendi hayatında olmasından başka hiç bir şeye inancı yoktu. Herkesin ölürken bir şeye inancı olur geride bıraktıklarına inancı olur en azından. Ancak Charles Kane geride kendisini bırakamadığı için sanırım onsuz öldü. Mutlu olmayan bir şekilde “ Seneler sonra bu filmin öz önermesinden yola çıkarak mutluluğu güç ve para peşinde arayarak hayatımızı heba etmenin anlamsızlığını bir kere daha görüyoruz. Evrensel bir sonla kalıcılığı yakalayan başyapıt aracılığıyla içimizdeki çocuğa bir daha sesleniyoruz. Hayatın ritmini korumayı ve 'Rosebud'ımızı acıyla değil özlemle ve şefkatle yad etmeyi temenni ediyoruz. Pişmanlıktan uzak olsun kalplerimiz, mutluluğa yelken açsın ruhlarımız...

 

Yaşar Aydıner
Standart Üye / 19 Yazı / 90,1K Okunma

Kısa hikaye yazarı


Yorum Yap

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

ya da üye olmadan yorum yap ve onaylanmasını bekle.
ÜST