Günümüz sinemasında renkli ve büyük bütçeli filmlere alışmış olan izleyici 12 Kızgın Adam’ı belki de bu kadar kült bir yapım olarak öne çıkmasa tercih etmeyecektir. Çünkü çekildiği dönemde de yapımcılar aynı endişeyi taşımışlar: Baştan sona aynı mekanda geçecek bir film çekmenin risk olduğunu düşünmüşler. Fakat tam da vermek istediği mesajla paralel olarak tüm önyargıları yerle bir edip tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olmayı başarmış. Filmi izledikten sonra sizde bıraktığı etkiyle bu başarısının sebeplerini anlayabiliyorsunuz. Gerek çekim teknikleriyle gerek çarpıcı mesajlarıyla sinemanın en güçlü sanatsal yönünü izleyiciye sunuyor. Devasa bütçeler olmadan da iyi film çekileceğini ispatlayan bir örmek. (Şekil 1).
Şekil 1: Karar Vermek İçin Toplanmış 12 Jüri Üyesi
Kısaca özetleyecek olursak tüm kanıtlar aleyhine olan bir suçlunun ceza alması 12 hakemin kararına bağlıdır fakat hepsinin oyu aynı olmalıdır. Aslında filmin başında o odada 13. kişi olarak izleyici yer alıyor. Filmi izlerken kapıldığım hissiyat bu yöndeydi. “Suçsuz” oyunu tek kullanan ise jüri üyesi Davis oluyor ve beklenildiği gibi büyük bir tepkiyle karşılaşıyor. İşte o anda sizi saran rahatsız edici hisle yavaş yavaş tanışıyorsunuz. Siz de “Acaba mı? Sorusunu soruyorsunuz. Jüri üyelerinin bir amacının da bir an önce kalkıp sıcak evlerine gitmek olması bu sorgulamaya sizleri ister istemez itiyor. O andan itibaren haksız olma ihtimali de olsa Davis’e hak vermeye başlıyorsunuz. Çünkü adınıza karar veren insanların bunu üstünkörü bir şekilde aceleye getirmesi şartlar ne olursa olsun kabul edeceğiniz bir şey değildir. O noktadan sonra Davis’in argümanlarını ve neden o kadar kanıta rağmen suçsuz diyebildiğini merak ediyorsunuz. O da büyük bir riske giriyor ve ikinci kapalı oylamada onun dışında tüm oylar aynı olursa oyunu o yönde kullanacağını belirtiyor. İkinci oylama sonucunda yaşlı jüri üyesi McArdle “suçsuz” oyu kullanıyor ve yine büyük bir tepkiyle karşılaşıyor (Şekil 2).
(Şekil 2: Kapalı Oylamada Suçsuz Oyu Veren İkinci Jüri Üyesi)
Bu sahnede sorguladığım ise insanların fikri ne kadar aleyhinize olursa olsun doğru bildiğinizi alacağınız tepkileri umursamadan dile getirebilmenin zorluğuydu. Fakat bu sayede belki de on iki kişinin dikkatine ve vicdanına terk edilmiş masum biri haksız yere ceza almayacak. Bu noktadan sonra heyecan ve gerilim de giderek artıyor filmin sonuna kadar tüm kanıtların nasıl da büyük bir yanlış anlaşılmadan ibaret olduğunu ve aslında idam edilmek istenen çocuğun suçsuz olduğunu öğreniyorsunuz. Fakat bunun yanı sıra size çok değerli mesajlar veriyor. Bunun en başında karşınızda ne kadar zıt fikirli insan olursa olsun doğru olduğuna inandığınız şeyi tüm sonuçlarına rağmen savunmanın değeri var. Bir taraftan da oradaki jüri üyelerinin her birinin ayrı karakterlerini görüyorsunuz. Bazılarının sırf çoğunluğa uymak için suçlu dediğini, bazılarının sırf geçmişine dair sorunlarını fikrine yansıttığını, bazılarının da tek amacının bir an önce evine gitmek olduğunu görüyorsunuz. Bir taraftan insanların sadece kendini düşünmesi ve sırf tepki almamak için doğru bildiğini savunmaması sizi rahatsız ediyor. Fakat bir tarafta da kendinizi sorguluyorsunuz acaba ben o odada olsaydım ne yapardım diye, Aslında orada olmaya da gerek yok bu sorgulamayı yapmak için. 1950’ lerde çekilmiş siyah beyaz bir filmin günümüz insanlarını bu kadar iyi yansıtmasına şaşırıyorsunuz. İnsanların bencilliği, empatiden yoksunluğu, kişisel problemleriyle etrafındaki mahvetmeleri günümüzün başlıca sorunlarından. O yüzden Davis karakterini severken Lee Cobb’den nefret ediyorsunuz.
Bir de John Fiedler gibi zekasına çok güvenen duygudan yoksun bir karakterin suçsuz olduğunu kabulleniş sahnesini ve şaşkınlığını görüyorsunuz. Koşullar ne olursa olsun suçlu bir çocuk ta olsa asla acımadan karar verebilecek bu adam mantığına yenik düşmenin azabını yaşıyor. Bu da size hayatta her zaman haklı olamayacağınızı hatırlatıyor. Bir izleyici olarak bu konudaki düşüncem hayattaki her şeyi mantık ve strateji üzerine değil biraz da insani duygular üzerine kurmanın gereğiydi. Filmin ortasında başlayan yağmur da sizi rahatsız ediyor, insanların evine gidemeyip ortak bir karar vermek zorunda olmasıyla birlikte ortamda giderek artan gerilim fazlasıyla hissediliyor. Bu sahne Davis’e fanatik bir biçimde hak vermeye başladığınız noktaya denk geliyor Filmin insan psikolojisine de hitap eden pek çok yönü var. Çekimin göz hizasının üstünden başlayıp zamanla masanın alt hizalarına kadar inmesi bilinçaltındaki klostrofobi duygusunu güçlendirmektedir. (Şekil:3).
(Şekil 3: 12 Kızgın Adam Filminden Kamera Açısı )
Bu da tek mekanı etkili bir biçimde kullanmanın bir örneği. Her yönüyle izleyiciye artı katacağını düşündüğüm 12 Kızgın Adam filmini herkese öneririm. Yarım asır önce çekilmesine rağmen günümüzü çok iyi anlatan ve herkesin kendine dair notlar alacağı güzel bir film. Siyah beyaz filmlere karşı önyargınız varsa bu filmle birlikte kırılacaktır.