Loading

İşportacılıkta 30 Gün

Yapılacak bir araştırma için gerekli ön çalışmaların saptanması

Bir zemin üzerinde makalenin başlığı

Yılı 1967 olarak anımsadığıma göre; İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi içindeki İşletme Enstitüsünün, fakülte olmadan önceki son yılı olmalı. Orada eğitim gören bir meslektaşım birgün masama birkaç sayfalık bir rapor koyarak  “ ilgi duyacağını sandığım bir çalışma raporu getirdim sana, oku, sonra tartışalım” dedi.    Daktilo yazısıyla 8-10 sayfalık yıpranmış bir teksir çoğaltmaydı. Doğruyu söylemek gerekirse başlığı dikkatimi çekmişti. Kimin yazdığı ve tarihi belirgin değildi. Anlayabildiğime göre; bu bir bitirme ödevi ya da ya da bir tez çalışması örneği idi. Getiren arkadaşıma ders kaynağı olarak verilmişti; başlığında “İşportacılıkta 30 Gün” yazıyordu.

Ben “işportanın” anlamını biliyordum; ama önce sözcüğün nereli olduğunu merak ettim. Tahmin ettiğim gibiydi; sözcük İtalyanca kökenliydi  “sporta” yani “sepet-tezgâh” anlamına kullanılıyor ve İtalyanca okunuşuna biraz yakın bir sesle “işporta” olarak dilimize geçiyordu.

Ticaretle –özellikle işportacılıkla – hiç ilgim olmamasına karşın büyük bir heyecanla okudum yazılanları. Yazarın gözlem yapmadaki ustalığı ve çalışmada izlediği yol çok hoşuma gitti. Anlaşılan; dersi veren profesör öğrencilere değişik konular dağıtmış ve bu konuları incelemek için nasıl bir yol izleyeceklerini görmek istemişti. Ben okuduğum bu araştırma konusunu ve konunun işlenme yöntemini gerçekten ilginç buldum ve ortamın uygun olduğu her zaman bu araştırmayı konuşmalarımda araya sıkıştırmayı ihmal etmedim. Çünkü ödevi ya da tezi hazırlayıp raporlayan öğrenci, yükseköğrenimli olmasına karşın işportacılığı hiç- ama hiç- bilmiyordu; hem de İstanbul onun için gurbetti, yani saha avantajı da yoktu. Şimdi onun yazdıklarını ben size hikâye edeyim:

Önce düşünüp kaba çizgilerle planlama yapıyor, nereden işe başlamasının doğru olacağını çevreden öğrenerek Kapalıçarşı’nın yolunu tutuyor. Mahmutpaşa yokuşunun işportacılarla dolu bulunduğunu, öteki işporta yerlerine göre kendi gidiş gelişine daha uygun olduğunu öğreniyor. Sabahın erken saatlerinde Kapalıçarşı’nın Mahmutpaşa’ya açılan kapısı yakınlarında gözlem yapmaya başlıyor. Sabahın o saatlerinde büyük bir kalabalık Kapalıçarşı’dan çıkıp Mahmutpaşa yokuşundan aşağı akıp gidiyor.

 

 

İşportacının Vitrini Yatay Olur

Yol üstünde işportacılar dizilmiş herbiri kendi uzmanlık alanlarına göre(!) çeşitli araç gereç ve giyim eşyası pazarlıyor. İşportacıların sesi bütün sesleri bastırıyor. Bizim araştırmacı genç bir kaldırımdan, oluşan kalabalığı ve hareketliliği gözlemliyor. Tam önünde muşamba bir tezgâh üstünde satış yapan-sonradan iki kardeş olduğunu öğrendiği- satıcıların pantolon kayışı, atlet,  kilot, mendil pazarladığını ve oldukça iyi satış yaptığını defterine not ediyor. Saat 10-11’e doğru iki kardeşten birinin satış mallarını bir torbaya toplayıp tezgâhı boşaltarak gittiğini, diğerinin satış yerini muhafaza ettiğini görüyor. Giden çocuk yine aynı torba ile gelip içindekileri tezgâha sıralıyor. Bu kez sabah satılan mallara hiç benzemeyen şeyler çıkıyor ortaya: Kadın iç çamaşırları, kadın çorapları, çocuk oyuncakları gibi.

Ne güzel satış yapılırken birden ürün değişiminin anlamını açıklayamıyor araştırıcımız; ama tezgâh yavaş yavaş kadın ve ellerinden tuttukları çocukları ile alış-veriş havasına giriyor yine. Çocuk sesleri işportacı sesini bastıramasa da varlığını kabul ettiriyor.

Araştırmacımız, öğleden sonrasını yokuşun aşağı köşesinde yer alan bir başka işportacıyı incelemekle geçiriyor. Plastik güneş gözlüğü satıyor bu satıcı, erkek ve kadın gözlükleri. Güneş tepeden vurmuş, yolcular terlemiş yorulmuş; ama gözlük satan delikanlı satışa zor yetişiyor. Bizim araştırıcının iştahı kabarıyor ve böyle bir girişimi yapabileceğine kendini inandırıyor. Fakat acele etmemek gerek, sahayı biraz daha tanımakta, satılacak malların nerelerden sağlanabileceğini öğrenmekte yarar var. O da öyle yapıyor zaten.

Akşam kaldığı yere gidince günün dökümünü yapıp aldığı notları düzenliyor ve ertesi sabah yine ilk gözlem yerine dönüyor. Tablo aynı: İki kardeş yine atlet, mendil, kemer, kasket ve benzeri malları yığmışlar tezgâha, müşteriler teker teker yaklaşıyor, ödemesini yapıp uzaklaşıyor.

Bir süre sonra; bir önceki gün gibi, tezgâhın üstündeki mallar değişiyor kadın ve çocuk eşyaları yer alıyor tezgâhta. Yine kadınlı çocuklu müşteri kalabalığı…

Araştırmacımız artık işin aslını öğrenmek amacıyla satıcı kardeşlerin büyüğünün yanına giderek yakın ilişki kuruyor ve önemli bir okul ödevi hazırlayacağını, konusunun işportacılığın püf noktalarını öğrenmek olduğunu söylüyor. Olumlu bir davranış görünce sorularını sıralıyor: Günün erken saatlerinde sattığınız malı iki saat sonra niye değiştiriyorsunuz? Erkek malzemeleri satarken kadın ve çocuk eşyaları satmak niye? Çanta satan da var; gözlük satan da siz neden bunları satmıyorsunuz da seçtiklerinizde ısrar ediyorsunuz?  Ve benzeri sorular…

Müşterinin azaldığı bir çay molasında, işportacı abi soruları yanıtlıyor: “Dışardan göründüğü kadar basit bir iş değil bu satış türü “ diyor ve devam ediyor; “Biz bu işlerle uğraşan bir aileden geldiğimiz için sıkıntı çekmedik; ama sen en azından 30 gün bizleri ve bizim gibileri gözlemelisin. Satılan mal çeşitlerini zaman zaman değiştirdiğimizi iyi gözetlemişsin; hapsinin nedeni var. Günün ilk saatlerinde yokuş aşağı akan kalabalığın büyük bir kısmı vasıfsız işçi takımı; taşıyıcı, inşaat işçisi gibi güce kuvvete dayalı çalışmalar yapan kimseler. Birinin kemeri eskidiyse ötekinin atleti mutlaka yırtılmıştır, mendil onların olmazsa olmaz bir kullanım aracıdır. Terini de ona siler, akşam ekmeğini de ona sarar, koşarak iş bulma umuduyla yollara düşer, biz de onların bu ihtiyaçlarını kasketle, kemerle, mendil ve atletle ama az kârlı satışlarla gidermeye çalışırız işte.

 

Gelelim satış mallarını değiştirdiğimiz öğle saatine yakın çalışmalarımıza. Ülkemizdeki ev kadını ev işlerini, temizliğini ve yemeğini yapar, ihtiyacı olan birkaç parça şeyi satın almak için Kapalıçarşı’nın ve bizim yokuşun yolunu tutar. Saat 11-12 dolaylarındadır. Yanında mutlaka okul çağına gelmemiş bir çocuğu, belki kucağında da bebesi vardır. O saatte onun dikkatini erkek pantolonu ya da kemer ve atletle çekemezsin. Kadın iç giyimi koyacaksın, naylon çorap koyacaksın hattâ ikizlere başlık koyacaksın ki tezgâha yanaşsın. Tezgâhtaki oyuncakları gören çocuk da tatlı tatlı zırıldamaya başlasın isteklerini aldırmak için. Satış ürünlerimizi değiştirmemizin nedeni bunlar. Daha çoook anlatacaklarım olur sana, ben şimdi müşteriyle ilgileneyim…”

 

 

Bu Satıcı İşi Biraz İlerletmiş (?)

Araştırmacımız notlar alıyor konuşmadan sonra ve incelemesini tamamlamak için önünde daha epey çalışma günü olduğunu düşünüyor. Artık kararlıdır, olayı yaşayarak öğrenmeyi amaçlıyor; aşağı tarafta güneş gözlüğü satan delikanlıyı gözlem alanı içine alıyor. Gözlüklerin fiyatı, kadın erkek fark etmeden hepsi aynı fiyat 9 lira. Sanki aslı 10 liraymış da 9 liraya düşmüş gibi. Ben bundan biraz daha düşük fiyata satabilirsem başarırım bu işi diye düşünerek önceden öğrendiği toptancının yolunu tutuyor. Hemen yakın bir iş hanındaki toptancı yeni bir satıcı kazandığı için memnun. Bizim araştırıcının istediği 10 adet gözlüğü herkese verdiği fiyattan 4 lira olarak satıyor. Çok seviniyor bizimki tanesini 5 ya da 6 lira olarak düşünürken 4 liradan aldığına. Toptancının verdiği karton bir kaba koyuyor gözlükleri, biri gözünde biri elinde 9 liradan satan delikanlının epey uzağında bir köşeye konuşlanıyor.

Acemi bir sesle de bağırmaya başlıyor: “Son model güneş gözlükleri bunlar, kadın erkek 6 liraya…” İkindi vaktine kadar bir iki satış yapıyor, ama ucuz sattığı halde ilgisini çekemiyor kimsenin. Yine bağırıp piyasayı hareketlendirmek isterken omzuna bir el dokunuyor. Düzgün giyimli orta yaşlı bir adam “Bak delikanlı ben şu arkandaki dükkânın sahibiyim. Senin geçmeye çalıştığın bu yollardan yıllar önce geçtim ve epey deneyim kazandım ki bu dükkânı işletiyorum artık. Bu sabahtan beri seni izliyorum. Çok yanlış bir fiyat politikası izliyorsun. Bu gözlüğün fiyatını sen koyamazsın, koyarsan yanlış oluyor. Hemen aşağıda aynı malı satan bir satıcı var ve 9 liradan su gibi satış yapıyor. Aynı gözlüğü senin 6 liradan satmakla sürümden kazanamazsın. Bak kimse gelmiyor sana, ucuz olduğu için bir eksiklik ya da defo var sanıyorlar. Sen bugün satışa bir ara ver ve yarın 10 lira fiyatla piyasayı aç, hem de benim dükkânın önünde. Zorlanırsan arada bir 9 liraya inersin, haydi iyi istirahatler” diyor.

 

Şaşırıyor bizim acemi satıcı, sabahı zor ediyor ve bir gün önceki köşesinde yerini alıyor. “Son modeller bunlar, güneş gözlükleri vaaaar…” demeye başlıyor. Bir iki kişi derken o arada 4 satış yapıyor; hem de tanesi 10 liradan. Akıl erdiremiyor bir gözlükten tam 6 lira kâr ettiğine. Demek ki aşağıdaki gözlükçü günlerdir 9-10 liradan fiyatı oturtup sürekli kazanmış. Akşam olmadan 10 gözlük bitiyor; bizimki arkadaki dükkâna uğrayıp teşekkür ediyor sahibine. Fiyat oluşturmanın kafadan yapılamayacağını, piyasayı koklamak gerektiğini dükkân sahibinden öğrendiğini belirterek aldığı notlara yenilerini ekliyor.

 

 Ertesi gün, bir yandan toptancıdan aldığı 20 gözlüklük bir partiyi satmaya başlarken, bir yandan da karşıdaki dükkânın kapısında yer alan işportacının çanta satışına göz ucuyla tanıklık ediyor. Öğrendiği çok şeyler var artık: İşportacıların hemen tümüne alıcılar kendi ayaklarıyla gelirmiş; saha avantajı işportacıda olduğu için fiyat belirlemede egemenlik sağlarmış. Bir başka işportacılık türü daha varmıış; işportacı orta boy çantasını alır, alıcının ayağına gider periyodik ziyaretlerle malını satarmış. Örneğin bir semtin bütün terzi dükkânlarını bilen işportacı onları haftada bir ziyaret eder, her renkten makara, fermuar ve düğme isteklerini karşılar ya da yeni isteklerini sipariş olarak kaydedermiş. Bu tür işportacılığı, bu konuda deneyim kazanmış orta yaş üstü işportacılar yaparmış. Terzilerin bir makara bir fermuar ve benzeri malzeme alıp gelmeleri büyük şehirlerde bir dert ve yol gideri olduğundan çoğu esnaf bu tür alış verişi yeğlermiş. Bunları da notları arasına almış bizim araştırmacı.

Bu işlere kendini adadığı 30 günün içinde  sakalara da yardım etmiş, yolunu yöntemini öğrendikten sonra da esnafa “iyi su –içme suyu” satıcılığı yapmış. O tarihlerde iyi suyu mahalle çeşmelerinden dolduran sakalar teneke ile alıcılarına ulaştırırlardı; plastik şişeler yaygın değil hattâ yoktu, su endüstrisini(!) sakalar elde tutuyordu.

Size anlattığım bu konular, bir araştırma raporu olarak düzenle daktilo edilip ilgili hocaya sunulmuş ki; araştırmalarda gözlem yapma, yaşayarak öğrenme, canlı kaynaklardan yararlanma gibi yöntemleri kullanmaları için ders veren profesör tarafından sonraki dönem öğrencilerine dağıtılmış. İyi ki de dağıtılmış; böylece ben 55 yıl önce okuduğum konuyu bir daha yineledim. Kimi okurlar da belki yeni bilgiler elde ettiler; ama hepimiz, işportacı kardeşlerimizin ürettiği, sözlüklerde yer almasa bile dilimize giren “batan geminin malları bunlar / hayyret bişeyy /ikizlere takke / bayanlara file filesi olmayan bayan nafile” ve benzeri deyişler kulaklarımıza her zaman çok sıcak gelecek.

Yalçın Anıl
Standart Üye / 25 Yazı / 191,5K Okunma

1938 Samsun doğumlu Orman Y.Müh. Emekli


Yorum Yap

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

ya da üye olmadan yorum yap ve onaylanmasını bekle.
ÜST