Kitap okumak, okuduklarınla çevrene bilgi yönünden yardımcı olmak çok önemli bir özelliktir. Kitap tanıtım eylemi de bu davranışın önemli araçlarından biri. Söz konusu “deneme” türü bir kitapsa, çok büyük bir zevk oluyor benim için bu iş. Nedense çok seviyorum bu türü. Kimi kişiler hiç sevmez; ama bana göre çok güzel bir bilgi kaynağıdır denemeler. Bilgiçlik taslamadan bilgi aktarır okuruna, yenidünyalara yollar açar, kapalı kutular için anahtarlar verir.
“Bilgeyik” sayfalarında okuduğum bir yazıya göre; deneme türünün değişmez ağa babası Montaigne’dir. Bu tür edebiyattan zevk alanlar onun deneme yazılarıyla başlar okumaya. Bende de böyle başladı bu tatlı hastalık. “Denemeler” kitabını bir kez ele aldım lise yıllarında, olay bitmişti artık. Ömür boyu başucu kitabımdı o, ya da aynı türden kitaplar. Herkes gibi; kimi zaman ezberinizde kalan satırları yinelersiniz kendi kendinize, kimi zaman altlarını çizersiniz herhangi bir anlatımda alıntı yapmak üzere, kimi zaman da her okuyuşunuzda yeni keşiflerde bulunursunuz.
Tanıtacak olduğum bu kitap da böyle bir alışkanlıkla dikkatimi çekti; Kitapyurdu yayınlarının birkaç satırlık tanıtım yazısıyla. Kitap yeni yayımlanmış; çok genç bir yazar, bayağı iddialı satırları var tanıtımında. Kargo ile ısmarlama yapan bir arkadaşıma eklendim, kitap geldi ve incelemeye başladım. Önce, kapak hoşuma gitti İlk sayfa arkasını çevirdim ki; editör de o, kapak tasarımcısı da o, düzeltmen de o, yani yazar Arda KUKUL. Yeni yayınlar böyle oluyor herhalde diye düşündüm.
Akıcı bir anlatımla başlayan enfes bir “Giriş” var önce, neredeyse kitabın özünün özü gibi damıtık bilgiler. Sonra sıra numaralı konular serpiştirilmiş sayfa başlarına; her bir numara bir konuyu betimliyor. Ben okurken dikkatimi çeken konulara bir başlık koydum numaranın yanına. Mutlaka dönüp yeniden okuyacağımı bildiğimden konuları bulmakta kendime kolaylık olsun istedim. Anlatım maddeleri bir önem sırasını göstermiyormuş; öyle söylüyor yazar.
Satırlar, daha doğrusu yoğunlaşan düşünceler beni şaşırtmadı değil. Yazar henüz 27 yaşında, iç kapaktan anladığımıza göre; tamam, kendisi yüksek- öğrenimli, daha yükseği için de çabalıyor; ama bu denli anlatımlara Montaigne bile ancak 39 yaşında başlamış. Döndüm Google’dan yeniden baktım; yanlış bilgi aktarmayayım diye. Doğruymuş, bilgi biriktirmek o denli hızlı olamıyormuş orta çağda. Boşuna demiyorlar “ ortaçağın bilginleri, bugünün orta öğrenim bilgilerine sahipti” diye. Gençler çok şeyi, çok hızlı ve de doğru olarak öğrenip öğretiyorlar. Kutluyorum.
Çok güzel anlatmış yazar; parayı, mutluluğu, zamanı, sevgiyi, iyiliği ve kötülüğü… Çok güzel bir yol haritası çizmiş biz okurlara örneğin mutluluk için:
“…Mutluluğunuza odaklanmayın. Mutluluk sizin hayatınızın, yaptığınız işlerin, ilişkilerinizin, yan ürünüdür. Mutluluğu hedef olarak belirlemeyin. Size gelmek için rahat bırakılmayı bekler mutluluk. Sevginize, işinize, kurmak istediğiniz geleceğe ve hatta acı deneyimlerinize odaklanın. Hepsinin sizi nasıl büyüttüğünü, nasıl olgunlaştırdığını görün. Hepsinin size nasıl mutluluk getirdiğini gülümseyerek hissedin”
Diyerek sözcüklerle reçete yazıyor neredeyse.
Şimdi gelin de “x-y-z kuşağı” sınıflandırmasını göz ardı edin, önemsemeyin bakalım. Bu kitabın yazarını- doğum yılı nedeniyle - ister “ y “ kuşağının sonuna; ister “ z “ kuşağının başına koyun, o söyleyeceğini söylüyor orta çağın bilginleri gibi…
“Para bir tabudur birçok toplumda” diye başlıyor konuya. “Ne kadar kazanıldığı konuşulmaz, sorulmaz; ayıptır….Toplum bunu göre göre para konuşmayı ayıplarsa, genç nesiller nasıl iyi bir finansal eğitim alabilir? Kendi paralarını kazanmayı, bu parayı nasıl harcamaları gerektiğini, nasıl ve neden yatırım yapmak zorunda olduklarını hangi yollardan öğrenebilirler?” diyerek sürdürüyor anlatımını.
Bu dönemde kitap basmanın sorun olduğunu eş-dosttan olduğu kadar, basından da izliyoruz her gün. Yukarıda adını andığım yayınevi sanırım bir kolaylık sağlıyormuş yazarlara. Yazarlar, basım için gerekli araç gereç giderlerine hiç katılmıyor, satışlar yayınevinin adresinden yapılıyor, baskı sayısı da isteğe göre olduğu için, gereksiz giderler önleniyormuş. Yazar ve yayınevi satış gelirine ilişkin özel bir anlaşma yapıyormuş. Piyasanın bu görünümünde yazarlara özellikle de genç yazarlara yol açmak gerçekten yararlı bir atılım. Kutlamak gerekir uygulamaya başlayan yayınevini. Bana, çok akıllı ve ışıltılı bir yöntem olarak geldi bu konu, bu nedenle duyduklarımı gençlere iletmek istedim.
***
Yazıyı burada kesip olgunlaşmaya bırakmıştım ki; aynı yazarın ikinci bir kitabı daha yayımlandı aynı yayınevince. “Fikirler” başlığıyla yayımlanan bu kitabın gidiş yolu da aynıydı; türü yine “deneme”, kapak çizimi yine yazarın, alt başlığı da şöyleydi: “Bilim, Felsefe ve Bireysel-Toplumsal Gelişme Potansiyeli Üzerine Notlar”.
Yurdumuz insanı olan üç büyük filozofu yakın çekimle bize anlatan yazar; merak konusunun bilimsel önemi üzerinde duruyor, bilim-uygarlık-bağımsızlık ilişkisini irdeleyerek geri kalmışlık ve tarih bilincine eğiliyor.
Yazmanın önemi ve düşünceye etkisini inceledikten sonra müzelerin toplumsal gelişmeye katkılarını kendi yaşam örnekleriyle de renklendiriyor.
İnsanlığın ve de günümüzün tartışmalarının kaçınılmaz konusu “İnanç, Din Sömürüsü, Laiklik ve Devlet Kontrolü” üzerine görüşlerini belirten yazar, “Yaşamak ve Yaşatmak” üzerine notlarla kitabını şiirsel satırlarla sonluyor.
Kitabın başında çok kısa olarak kendini anlatan yazarın lisansüstü eğitimini St. Petersburg Ulusal Araştırma Üniversitesi’nde sürdürdüğünü anlıyoruz.
Ben “deneme” tadını aldığım “Yaşam Haritası” kadar “Fikirler”i de beğeniyle okudum. İnternetteki aramalarımda Arda Kukul’un Amazon yayınları arasında “Dialogue The Dialogue: A Conversation on Rationality, Feelings and Purpose “
başlıklı bir kitabın yazarlığını Emilien Mantel adlı bir Fransızla bölüştüğünü gördüm; ama İngilizcem felsefe konularına, emekli cüzdanım da kitabın fiyatına ulaşmaya yardımcı olmaz sanıyorum.
Sözün özü; ben “Yaşam Haritası”nı ve “Fikirler”i okudum, beğendim, sizlerin de aklınızın bir köşesinde bulunsun istedim.